Taze bakla ve kırlangıçlar

Evdeyim… Üstelik de hiç aşina olmadığım bir zamanda; cumartesi sabahı. Klasik öğrenci psikolojisi yazıyı son güne bırakmanın telaşı. Hoş… Konular hazır, iş önce kalemle kağıda döküp sonra da bilgisayara geçirmekte. Ama aklım bunlarda değil, Mehmet Abi’de.

Bundan 5 sene önce Nisan’ın son perşembe sabahı Cunda sokaklarındaydık altı arkadaş. Otelin kahvaltısı çok cazip gelmeyince ya nasip deyip kendimizi dışarı attık. Daha yatık sayılabilecek ışığın keyfini sürelim diye önce martı sesleriyle şenlenmiş sahile attık kendimizi. Orada biraz oyalanıp sonra sokaklara daldık. Kahvaltı konusu hâlâ belirsiz ama sıkıntı yok… Daha 1 saat bile dolmadan kendiliğinden çözüldü. Mahalle arasında bir taş fırın gördük. Fırından henüz çıkan ekmeklerin kokuları arasında içeride fotoğraf çekmeye başladık. Rafta o sabahın simitleri… Benim akıl, fikir, gönül ve mide simitlere kilitlenmiş durumda. Ekibe dedim; simit alalım, bir yerden de İzmir tulumu bulur sonra da oturur bir kahvede çaylarımızla beraber yeriz. Bizim muhabbeti duyan fırın sahibi “az bir bekleyin gençler” dedi. Bizim simitleri taş fırının odun ateşiyle tekrar buluşturdu. Ohhhh missss! Şu an bile hissettim o anın mutluluğunu.

Elde simit poşeti bir küçük meydana kavuştuk. Hemen ileride bakkal, ekipten 2 kişi doğrudan oraya gitti. Kalanlarla meydanın yarısına yayılmış kahvehanenin masalarından birine oturduk. Çaylar söylendi, simitler çıkarıldı, peynir de arkadaşların elinde geliyor. Sohbet, muhabbet, ertesi gün gideceğimiz Midilli’nin heyecanı. Konu hep fotoğraf, arada da oradaki deniz mahsülleri :))) . Bir ara dikkatimi masadaki muhabbetten ayırıp etrafa baktım. Yazlık kahvede bir yan masamızda bulmaca çözen biri var, bir de çay ocağına yakın masada oturan 2-3 kişi. Benim ilgim tekrar bulmaca çözen abiye yöneldi.

Kare bulmacaya dalmışken yanına yaklaştım. Fotoğraf makinası boynumda asılı. Az önce oturduğum yerden birkaç kare çekmiştim ama onun öylesine dalmış halini görünce “abi fotoğrafını çekebilir miyim?” diye müsaade istedim. Başını kaldırdı bana baktı. “eyvah!” dedi iç sesim “kesin izin vermeyecek” . Saatler gibi gelen 1-2 saniyelik sessizlikten sonra “çek yeğen çek” dedi. Daha kelimeler havada yol alırken 3 kare çekmiştim bile. O da bulmacasına döndü. Bir müddet sonra başını kaldırdı “ama iyi çek, seneye gelirsen belki çekemezsin” dedi. Tam o an fotoğraf adına her şey uçtu gitti. Makinayı indirdim ve sordum “neden öyle dedin abi?” “Senin adın ne?” diye sordu; “Hakan” dedim. “benimkisi de Mehmet, ama buralarda herkes ‘balıkçı’ diye tanır” dedi ve anlatmaya devam etti. Emekli olana kadar hiç doktor yüzü görmemiş, -yaşı yetenler hatırlar- sağlık karnesinde bir satır hastalık kaydı bile yokken artık 4 büyük düşmanı olmuş; kalp, yüksek tansiyon, şeker ve kanser ve senede birkaç sefer de ameliyat olmak zorundaymış.

Bir sonbahar günü söylemiş teşhisini doktor, 3 ay ömür biçilmiş. “o günü hiç unutmuyorum” dedi Balıkçı. “doktorun kapısından çıkınca öylece bir durdum ve düşündüm; bir daha mevsiminde taze bakla yiyemeyeceğim ve taş kahvenin duvarlarına yuva yapan kırlangıçları seyredemeyeceğim.  

Biz bunları konuştuğumuzda Mehmet Abi gönlünce hissettiği 9 baharı geride bırakmıştı çok şükür. Sonra, geçmişe gitmiş bakışları tekrar konuşma anımıza döndü. “sen o kocaman, cam binalarda mı çalışıyorsun?” diye sordu, ne iş yaptığımla hiç ilgilenmeden. Benim ağzımdan bir ‘evet’ çıktı ama rica ediyorum bir de siz kendinizi o ‘evet’ cevabını veren insan olarak düşünün. “hapsediyorsunuz kendinizi” dedi “hayatınız gelip geçiyor, farkında bile değilsiniz” . Bir an “ama ben fotoğraf derdine en azından hafta sonları dışarıdayım” demek geldi içimden, sonra o da çok cılız kaldı, yitti gitti suskunluğumda. Devam etti “gençliğinizin, sağlığınızın kıymetini bilin ve en önemlisi dertleri içinize atmayın, biriktirmeyin, biriktirecekseniz sevgileri, güzellikleri biriktirin” .

Çözülmesi zor, büyük dertlerle uğraşan Mehmet Abiyle belki yarım saat sürdü muhabbetimiz. Ömrümdeki en değerli yarım saatlerden. En samimi ve gayet net bir şekilde hayata sımsıkı sarılmayı, ölümden önce hayatın da olduğunu özetleyiverdi.

İnşallah sonrasında da tüm baharları görmüştür ve nicelerini de görür Balıkçı.

Şimdi düşünüyorum da dert tasa hanesinde geçmişte biriktirdiklerimi… Biliyor musunuz ben de çok severim taze baklayı mevsiminde… Kırlangıçların telaşını çocukluğumdan hatırlarım; eminim şimdi seyretsem ben de keyifle alkış tutarım.

Biriktirmeyin…

Sıhhatle mutlulukla bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Hakan Yaşar, Aralık 2020

Yorum yok

Yorum Yazın