Sokakta kaybolmak

Çok şanslıyım. Daha üniversite sırasında aldığım derslerden biri doğuşundan yakın zamanlara kadar jazzın tarihini anlatıyordu. Bunu geçenlerde okuduğum bir kitaptaki cümleyle tekrar hatırladım. Jazz müzisyenlerinin düşünce, kafa yapısı ile sokak fotoğrafçısının sahip olduğunun benzerliğini anlatıyordu. Müzisyen önce kaybolur… nereye gideceği nasıl ilerlemek istediği konusunda az çok fikri vardır. Ama nasıl hissedeceği, bunu notalara döküp ne çalacağı konusu ise şansa açıktır.
 

Hakan Yaşar arşivinden

“Sokak fotoğrafçılığına nasıl başlarım” diye soranlara benim cevabım “kaybolmayı öğrenmekle” olur. O hep aşina olduğumuz şehre, caddelerine, sokaklarına “kayıp olma, kayıp hissetme” haliyle yaklaşmak önemli bir pratiktir. Ancak biraz sabır hatta inatlaşma gerektirir. Sonrasında ise bir seyyaha dönüşür insan. Galata Köprüsü’ndeki olta balıkçılarına bakarken tüm dünyada üzerinde balık avlanabilen bu tarzda sadece 2 köprü olduğunu küçük bir Google aramasıyla bulabilir. Sonra bildiklerini unutarak içine girdiği kaybolma halinin sonucu olarak “balıkçı” deyip geçmeden arada sohbet edip tanımayı öğrenir. Emekli öğretmen olanı da var, tersane çalışanı da ya da 1 günlük iznini orada geçiren kuaför de. Dertleri ne kadar balık tuttukları değil, önemli olan orada olmak, belki de dünyanın en eşsiz manzaralarından birini keyif aldıkları uğraş ile beraber doyasıya hissetmek. Başka müdavimleri de var köprünün; lahmacuncu yaşlı amca, simitçi abi, ayvacı dayı, burma tatlı satan gençler, zabıtayla köşe kapmaca oynayan sucu çocuklar… her biri ayrı hayat, ciltler dolusu hikaye…
 
 
Bir de Ali abi vardı. Köprünün hemen Karaköy tarafındaki alt geçitte yazın şapka kışın bere satardı. Karşıdan bakınca sert yüz hatları ile pek çok fotoğrafçının ilk başlarda yaklaşma konusunda cesaretini kırardı. Oysa güzel adamdı. Havada sahipsiz kalmış selam olmazdı onun kitabında. Dediğine göre Kanadalı bir ekip onunla röportaj yapmış, Elif Şafak da bir romanında ondan bahsetmişti. Hoş bunlar olmasa da ne önemi var ki… o Ali abiydi, yıllardır Galata Köprüsüne giriş, ya ona verilen selamla ya da bizim ekipten birinin biz sohbet ederken çektiği fotoğrafla başlardı.
 

Hakan Yaşar arşivinden

 
En son geçen sene haziranda gördüm. Sohbet ettik ayaküstü, her zaman yaptığımız gibi. Sonra uzun zaman göremeyince kağıt mendil satan abiye sordum “nerelerde, denk gelemiyorum ” diye. “Hasta, yatıyor ” dedi. Güzün ilk günleriydi… “Ali abi ölmüş ” haberini aldım bir fotoğrafçı arkadaşımdan.
 

Hakan Yaşar arşivinden

 
Tekrar sokağa ve fotoğrafa dönelim… Ali abinin hikayesinden sonra zor olsa da. Sadece Galata Köprüsüydü; kaybolmayı sonra da yeniden bulmayı ya da bulunmayı istediğim yer. Her gün binlercemizin yürüyüp geçtiği Galata Köprüsü. Zaten yıllardır orada, herkes de aşina. Fotoğrafçı için nereye gideceği konusunda çok kolay söylenebilecek yerlerden. Ama gidince ne çekeceğin, hangi hikayenin dinleyicisi ya da parçası olacağın konusunun tamamen kısmete kaldığı sayısız mekanlardan sadece biri. Aceleye getirmeden, görmeyi anlamayla kucaklaştırarak, tekrar tanımak için kaybolmayı öğrenmek…
 
Sahi siz en son ne zaman kayboldunuz?
 
Sıhhatle mutlulukla bir sonraki yazıda görüşmek üzere. 
 
Yorum yok

Yorum Yazın