Silüetten hayata

Firass ile yaptığımız sokak  fotoğrafçılığı atölyesinin ilk günü bitmek üzereydi. Fotoğrafa, özellikle sokak fotoğrafına ne kadar kucaklayıcı ve ön yargısız yaklaşma gayretinde olduğumun o da farkındaydı. “Hakan, neden sokak fotoğrafı denince bunu pek çok fotoğrafçı silüet fotoğrafı olarak algılıyor?” diye soruverdi. Silüet fotoğrafları da sokağı anlatmanın etkili yollarından biri, ancak elbette ne bu, ne de başka bir üretim biçimi tüm sokak fotoğrafı evrenini tekeline almış değildir. Lisan-ı münasiple anlattım. Ama bir taraftan da kendime not düştüm; silüet fotoğrafı ve bende hissettirdikleri bir yazıyı hak ediyor.

Önce bilgileri tazeleyelim. Silüet fotoğrafı;

–  konunun fotoğrafçı ile ışık kaynağı arasında kaldığı,

– konu üzerinden doku detayının alınmadığı,

ve yine konunun dış hatları ile form olarak tanımlandığı keyifli bir çekim üretim metodudur. Neredeyse tüm fotoğraf türleri arasında da kendisine yer bulmuştur. Google’da, YouTube’da nasıl çekileceği konusunda epeyce kaynak bulabilirsiniz. En pratiğinden ben çekerken ya fotoğrafı -2.0 eV ya da -3.0 eV pozlarım ya da kullandığım fotoğraf makinesinin bu işlere pek uygun ışık okuma (metering) modunu kullanırım. Tekniğe dalıp kaybolmadan asıl neden silüet fotoğrafı kısmına yoğunlaşmak istiyorum.

Hayata dair bir bakış açısı ile bakınca silüet fotoğrafı; eğitici, öğreticidir. Şimdi biraz daha detayına inelim…

“Aynası (ayinesi) iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünün ışığa ve siyaha bürünmüş halidir. Eğer yapılan bir işi, hareketi, bir duyguyu silüette anlatmak istiyorsanız konunuz olan kişinin kim olduğunun önemi yoktur, önemli olan; konunun ellerinin, ayaklarının, vücudunun ya da kullandığı objelerin nasıl bir form aldığı ve bize ne kadar “o anı” anlatma becerisine sahip olduğudur. Eğer konuyu, olayı anlatan o kilit duruşlar hareketler karanlıkta kaldıysa maalesef mesaj da karanlıkta kalmış, anlatım gücünü yitirmiştir. Bu sebeple, fotoğrafçının konunun etrafında -mümkünse- dans etmesi, 4 dönmesi,  ama sonunda anlatım için en avantajlı olduğu noktada karar kılması gerekir.

Fotoğraf makinası, -kendisine ilham kaynağı olan organımız- göz ile karşılaştırıldığında oldukça kısıtlı kabiliyetlere sahiptir, ilginçtir, sırf bu özelliği bile oldukça geniş bir oyun alanı oluşturur.   Yeter ki dezavantajı avantaja çevirmenin yollarını bulalım. Fotoğraf makinasıyla baktığımız objenin arkasındaki ışık daha güçlü ise objenin bize doğru olan kısmı görece olarak daha koyu hatta karanlık çıkar. Zaten bu durum da silüet fotoğrafını oluşturur. İşte fotoğrafçının bu tip ışık şartlarında gördüğü gibi değil, fotoğraf makinasının onu kısıtladığı gibi bakması ve ulaşacağı fotoğrafı hayal etmesi gerekir. Neyse ki yeni nesil makinalarının elektronik vizörleri hayalleri ekranda gösterebildiği için, daha deklanşöre basmadan kadrajın ışık düzenini, ışığı, karanlığı görmemize imkan veriyor. Buna ek olarak yanımda makine olmasa da, bu tip ışık ortamlarında fotoğraf çeksem nasıl bir silüet karesini ulaşacağımı düşünmek benim için çok faydalı pratik  oldu.

Polisiye romanlar tadında fotoğraf üretmenin yoludur silüet kareleri! Kadrajın kahramanı hep karanlıktadır, hep gizemini korur. Belki ona dair alabileceğimiz en fazla bilgi etrafını incecik hatlarla çeviren kontür ışığıdır… Ama hepsi o. Çoğu zaman her detayının görünür olmasına rağmen sıradan kalan kareler, -eğer ışık şartları uygunsa- silüet olarak çekildiğinde siyahın içine saklanmış gizemiyle merak uyandırır, izleyiciye iç sesiyle sorular sordurur. Zaten gizem, merak, sorular, sorgulamalar bir fotoğrafı daha etkileyici yapmaz mı? O karanlıkta kalanlar, bütünün, hayatın kayıp ya da asi parçaları olarak kadrajda coşkuyla yer alırlar.

Biraz sokak ağzı ile olacak ama – ki ben zaten sokak fotoğrafçısıyım-,  silüet fotoğrafın delikanlı bir duruşu vardır. Silüet karelerini öyle çok fazla işlemeye, filtrelemeye, yanardöner hale getirmeye hem gerek olmaz hem de fotoğrafın kendisi de buna müsaade etmez. Neyse odur! Bir parça kontrast düzenlemesi, biraz ton eğrisini eğip bükme, azıcık da aydınlık alanlar lehine poza müdahale gayet yeterlidir. Çok fazla işlemden geçen aslından, özünden ve gerçekliğinden uzaklaşıyor.

Silüet karelerinde esas olan aydınlık fonun üzerinde siyah lekeleri (objeleri) mahir bir şekilde kullanmaktır. Bu siyah lekeler küçüldükçe fotoğraftaki gücü, anlatıma etkisi artar “less is more –  az çoktur” tam da bu durumla örtüşen bir ifade olsa gerek.

Şimdi hepsini bir toparlayalım. İyi bir silüet fotoğrafına hayata analitik, bütünsel (holistic)  bakmak gibi  yaklaşıyorum. Kişilere, nesnelere ve detaylarına takılmadan, çerçevesi çizili, sınırları net, derdini, mesajını anlatan, üstelik de bunu göz boyayıcı her türlü illüzyondan kurtularak yapan bir fotoğraf üretme biçimi. Konuya mesafeli yaklaşımıyla da neye dahil olup, nelerden uzak durması gerektiğini fotoğrafçıya öğreten. Sırf bu yüzden, fotoğrafın izleyicisi için değil, fotoğrafçının isteğinden dolayı çekilmesi gereken.

Peki bundan sonra “aman sadece silüet fotoğrafı” deyip geçecek misiniz, yoksa kadrajdaki gizemin kurgusunu yapan fotoğrafçıya hakkını teslim edecek misiniz?

Sıhhatle, mutlulukla bir sonraki yazıda görüşmek üzere.  

Hakan Yaşar / Sokak Fotoğrafçısı

Yorum yok

Yorum Yazın