Sosyal İkilem (The Social Dilemma) sonrası endişelenmeli miyiz?

Geçtiğimiz hafta Netflix belgeseli Sosyal İkilem’i (The Social Dilemma) izledim. Uzun yıllardır sosyal medyanın içinde olan biri olarak izlediklerim herkes kadar beni de çok etkiledi. Zaten belgeseli tüyleriniz ürpermeden izleyebiliyorsanız ne mutlu size.

Game of Thrones’un yaratıcısı George R. R. Martin, Netflix’in sosyal medyayı konu alan belgeselinden çok fazla ürktüğünü açıklamasıyla birlikte zaten çok konuşulan belgesel daha da konuşulur bir hal aldı. (18 Eylül 2020 internet haberleri) 

The Social Dilemma, Facebook, Google, Twitter, Instagram ve Pinterest’te çalışan yöneticilerle yapılmış röportajlar ve kurgulanmış bir hikaye eşliğinde sosyal medyanın ne kadar tehlikeli olabileceğine dair düşünceler aktarılıyor. Sosyal İkilem, en çok iklim değişikliği belgeselleri Chasing Ice ve Chasing Coral ile tanınan ödüllü film yapımcısı Jeff Orlowski tarafından yönetiliyor.

Instagram’ın ilk kurucu ekibinden Google, Youtube, Apple, Twitter, Palm, Mozilla Labs’ın kurucusu, Fireworks, Facebook beğen tuşunun yaratıcısı, Facebook para kazanma direktörü, Twitter tüketici ürün müdürü, internet tarayıcılarının tasarımcıları, Pinterest CEO’su gibi ünvanları göreceksiniz. Etik kaygılar nedeniyle işten ayrılanların anlattıkları kayda değer. Dünyanın en büyük, en başarılı şirketlerinin arkasındaki yaratıcı beyinlerinin ortak sözü “Çok endişeliyim”.

Tristan Harris, Renee DiResta, Tim Kendall, Jeff Seibert ve Justin Rosenstein gibi sosyal medyaya yön veren isimlerin aktardıklarının izleyenlere büyük fayda sağlayacağını düşünüyorum. Sosyal medyanın tehlikeleri hakkında eski bir Facebook yöneticisi Tim Kendall ‘ın şu iddiasından çok daha net bir açıklama olabilir mi: Ufukta en kısa zamanda en çok iç savaştan endişeleniyorum” ( In the shortest time horizon, I’m most worried about civil war.)

“Sosyal medya sadece kullanılmayı bekleyen bir araç değil. Kendi hedefleri var ve kendi psikolojinizi size karşı kullanarak onları takip etmek için kendi araçları var.” Tristan Harris

Başka bir şekilde söylersek bu araç (sosyal medya) yaşıyor. Bizi tanıyor. Bize istediğimiz ve ihtiyaç duyduğumuzu düşündüğümüz bilgilerle  besliyor, ancak gerçekte reklamı beslemenin bir yolu olarak eylem ve tıklamalar ortaya çıkarıyor. Hem zaten son günlerde ne konuşsanız ekranınıza reklam olarak düşmüyor mu? Siz de beni dinliyorlar mı acaba diye hiç mi düşünmediniz?

Belgeselin kurguyla dramatize edilmiş bölümlerinden kullanıcılarının dikkatini dağıtmak için ısmarlama push bildirimleri tasarlamak için isimsiz bir sosyal ağda çalışan kurgusal bir sosyopat üçlüsü karşımıza çıkıyor. Belgeselde yapay zeka ve sosyal medyanın arkasındaki algoritmalar, sosyal uyumun dehşet verici potansiyel bir yıkıcısı olarak işaretleniyor. Onların öngörülemezliği, Facebook’un eski bir operasyon müdürünün “bizi bizim onları kontrol ettiğimizden daha fazla kontrol ettikleri” konusunda yakınıyor, bu da sosyal medya şirketlerinin sahte haberler yaymalarını durdurmanın çok zor olduğu ve dolayısıyla gerçek kavramını aşındırdığı anlamına geliyor. Gözetim Kapitalizmi çok net bir şekilde gözler önüne seriliyor. 

Sosyal medyanın çocukları depresyona nasıl soktuğu Isla karakteri üzerinden anlatılıyor. Selfie filtreleriyle oynadıktan sonra birden görünüşü konusunda güvensiz hale geliyor. Isla’nın aldığı yorumlar üzerine kulaklarını içeri itmek ister gibi saçlarına dokunması en çarpıcı sahnelerden. Muhtemelen yorumlara emojilere şaka şaka denilecektir ama yaşanan acı gerçek 🙁 Binlerce genç günümüzde filtrelenmiş özçekimlerindeki gibi görünmek için estetik ameliyat geçiriyorlar ve bunun adı da “Snapchat dysmorphia” 

 ‘Eğer kullandığınız ürüne para ödemiyorsanız, ürün sizsinizdir.’

Tüm teknoloji şirketlerinin ortak mottosu “if you don’t pay for the product you are the product” söylemi belgeselde bir kez daha altı çiziliyor.

Büyük teknoloji şirketleri daha da büyüyor. Sosyal medya kullanımı her geçen gün artıyor. Propaganda, zorbalık ve yanlış bilgilendirme çok daha büyük ve daha karmaşık konular. Araştırmalar ruh sağlığı ve sosyal medya kullanımı arasındaki bağlantıyı sürekli anlatıyor.

Sosyal medya kullanımı belgeselde de bahsedildiği gibi dopamin sağlatabilir. Sosyal medya ağlarındaki beğeniler beyindeki dopamin salgısını artırabilir. Bizler sosyal medya kullandıkça dopamin salgımız artabilir. Sosyal medya dopamin salgılatarak bizi bağımlı kılabilir. Dopamin haz aldığımız keyif ve heyecan halini arttırmamız için yani daha fazla sosyal medya kullanmamızı isteyebilir. Kullanmak istemesek bile dopamin sebebiyle bağımlı hale gelebiliriz.

Sizce de daha kontrollü sosyal medya kullanma zamanınız gelmedi mi? Bana hiç sormayın 2012 yılından bu yana sosyal medya içinde sosyal medyada yok gibi yaşıyorum 🙂 Sosyal medya kullanmamak çözüm değil. Tüm çevreniz, sevdikleriniz ve dünya bu ekosistemin içinde. Siz ancak kendinizi kısıtlayabilir ve sosyal medyanın sizin üzerinde etkilerini bilerek ve kabul ederek kendinizi koruyabilirsiniz. Sosyal medya bağımlılığınıza siz sınır koyabilirsiniz.

Belgeselde yer alan Edward Tufte’nin alıntısı da son sözüm olsun 🙂 

“Müşterilerine kullanıcı diyen sadece iki sektör var: Yasa dışı uyuşturucu ve yazılım…”

YSM 

Yorum yok

Yorum Yazın