Klişeyi severim arkadaş!

Candy-crush ya da Tetris misali pandemide de her gün yeni bir level yaşıyoruz. Her yenisi ile gelen önlemlere, değişikliklere uyumlanmaya çalışıyoruz. Bundan sebep fotoğraf kolektifimizdeki arkadaşlarımla bu süreci verimli kılmak, ruhen ve bedenen sağlığı koruyup pandemi sonrası sürece hazır olabilmek adına fotoğrafik konular üzerine konuşmaya başladık. İlk konu benden geldi “klişe”. Yekten söyleyeyim, bayılırım klişeye! Çekerken çok keyif alıyorum, herkese de tavsiye ediyorum.
 
Klişe kelimesi için TDK sözlüğü tek kelimelik bir karşılık bulmuş; “basmakalıp”. Bunun günlük konuşmaya, ifadeye yansıması da “sıradan” olmuş. Peki bu kadar aşağılamak, haksızlık yapmak reva mıdır? Gelin buna beraberce karar verelim.
 
 
Öncelikle fotoğrafta -özellikle de sokak, İstanbul fotoğrafında- klişe başlığında anılan kadrajların en popülerlerine bakalım;
  • Kız Kulesi fotoğrafları – özellikle Salacak sahilden kuleye doğru uzatılmış çay bardağı
  • Galata Kulesi fotoğrafları
  • Galata Köprüsü fotoğrafları (civatalarına kadar çekiyorum, hala bitmedi)
  • Vapurlu kareler
  • Vapurdan kareler – en çok da çizi yerken fotoğrafçıya poz veren martılar
  • simit, simitçi fotoğrafları (Sezen Aksu’nun “ada vapuru” şarkısı geldi aklıma)
  • İstiklal Caddesinde tramvay – bunun da gurusu olmayı hak eden arkadaşlarımız var
  • Yeni Camii ya da Beyazıd Meydanı önünden güvercinli ve güvercinlere yem satanların fotoğrafları
  • Haliç’teki yeni metro köprüsünün merdiven camından yansıyan Süleymaniye Camii kareleri
  • Balık ekmek satan teknelerin fotoğrafları
… Ve bu liste uzar gider.

 

Gönlüne fotoğraf sevdası düşmüş, o sevdayla sokakları arşınlayanın can dostudur klişe kareler. En azından dönüş yolunda o karelere ayrı bir mutluluk ve beğeniyle bakar. Emin olun, bu karelerin pek çoğu da alınan fotoğraf eğitiminin tüm gereklerinin yerine geldiği, başarılı karelerdir. Çünkü; fotoğrafçı zaten benzer sayısız kare görmüş, görsel algısı bu konuda hatasız çalışmaya yakın şekilde gelişmiştir. Ürettiği fotoğrafın verdiği haz, teknik bilginin pekiştirilmiş olması, makinası ile yapabileceklerini fark etmesi, özgüveninin artması çok önemli motivasyon sebepleridir. Bu motivasyonla becerilerini, görsel anlamda daha az tanıdığı ya da ilk defa denk geldiği konuları fotoğraflamakta kullanmaya hazırdır. Evet kabul ediyorum, başlarda belki klişe fotoğraflardaki gibi konulara yaklaşmayı tercih edebilir, ama bir noktadan sonra onların sadece merdivendeki ilk basamaklar olduğunu fark edip yeni basamakları tırmanmaya başlar. Üstelik her fotoğrafçı kendi yolunu yürür, ne olmuş ki o yolda yürürken daha önceden defalarca çekilmiş fotoğrafları çekse. Benim arşivimde en az bulunan konulardan biri Kız Kulesi fotoğraflarıdır. Ama olanların da bana yaşattığı hazzı hep keyifle hatırlarım. “Uzun pozlama nedir, ND filtre nasıl kullanılır, sağlam tripod neden gereklidir, kışın ayazında deniz kenarında fotoğraf çekerken ne giymeli, beyaz ayarı neden önemli, RAW çekmeyi unutursan nasıl canın yanıyor” … gibi hem fotoğrafa hem hayata dair epeyce şey öğretti. Oysa tek yapmak istediğim – o zamanlar internette hayranlıkla seyrettiğim, hala da keyifle baktığım – tül etkisi içinde Kız Kulesini gün batımında çekmekti.
 
Yukarıdaki örnekler arasında Sezen Aksu’nun “ada vapuru” şarkından bahsettim. Birkaç dize hatırlayalım;
 
Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi kahveci gazozcusu
Şinanayda yavrum şina şinanay
Şinanay şinanay hopa şinanay
 
ve aklınıza gelebilecek, dilinizden düşmeyen birçok şarkıda da sözlerin size hatırlattığı imgeleri klişe fotoğraflarda bulursunuz, duygu transferinde yoğunluk yaşarsınız. Acaba bu sözler mi klişe karelerin ilham kaynağıdır, yoksa o klişe kareler hatta imgeler mi bu sözleri yazdırmıştır. Hoş bunun da ne önemi var ki? Birbirlerini desteklemeye, yaşatmaya devam ettikleri müddetçe hafızalarda aslan payını kapıyorlar. Şimdi dönelim konumuza, bu yaşayan, nesillerce devam eden klişe karelerin arasında belki de diğerlerinden daha çok hatırlanan sizin çektiğiniz klişe kare olacak. Rafta her zaman yeri, her daim de alıcısı olan ürünü markette satmak gibi. İstemeyen kullanmasın, beğenmeyen bakmasın.
 
Fotoğrafçıya “hep klişe fotoğraf çek” diye bir mesaj verme derdinde değilim. Sanatın, başlarda doğanın taklidinden epeyce beslendiğini düşünürsek, fotoğrafçının yaratıcılığının da klişe karelerden can suyunu alıp bir müddet beslenmesi, sonra da kendi yolunun arayışına düşmesi bence gayet sağlıklı ve akılcıl bir yaklaşımdır.
 
Fotoğraf çekerken “aman bu kadraj zilyon kez çekildi, ben çekmem” yaklaşımını hiç benimsemedim. Ben de çekerim dedim. Ama kendime şunu hep söyledim “sen nasıl bir fark yaratabilirsin, kendi yorumunu bu kadraja nasıl yansıtabilirsin?” Açımı değiştirdim, enstantanemle oynadım, diyaframı kıstım ya da açtım, beyaz ayarında saçmalamayı kendime hak gördüm. Üstelik İstanbul gibi bir şehirde olunca her an değişmeye meyilli ışık şartlarını avantajıma kullanmaya çalıştım. Evet evet… O an tüm yaptığım klişe kare çekmek. Buyurunuz efendim gönül rahatlığıyla, ağız dolusu “tuuuu kaka” deyin. Ben o sırada biraz ileride gördüğüm yeni karemi çekmeye gidiyor olacağım.

 

Klişe iyidir… fotoğrafın tekniğiyle kafayı bozmuş (kendime aforizma) fotoğrafçıya önce bu uğraşı yapabileceği konusunda öğretmenlik hatta kankalık yapar, sonra da klişenin hemen arkasında saklanan o yaratıcı dünyaya taşır.
 
Biliyor musunuz fotoğrafa dair bu kadar şey söylenir, yazılır ama köy kahvesinin duvarına Kız Kulesi fotoğrafı asılır.
 
Sıhhatle, mutlulukla bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
 
Hakan Yaşar, Aralık 2020 
 
Yorum yok

Yorum Yazın