İçimden Geldi

Hayat düz bir çizgi değildir, ölümdür dümdüz bir çizgiyle sonlanan.
Hayat hep hareket eden, cap’canlı olan.
Değişen, dönüşen. Aynılıktan değil farklılıktan beslenendir.
Aşağıya, yukarıya. Sağa sola, uzağa yakına.
Dağılandır kimi zaman.
Parçalanan hatta.
Fakat hep cap’canlı.
Ölüm de o parçalardan sadece biridir aslında, biz onu genellikle kendi başına hayatın başka bir yüzü gibi düşünürüz.
İşimize gelir böylesi belki de.
Bu kavrayışa gelmek biraz zaman alıyor.
Yaklaşık bir kırk küsur yıl kadar.
Olsun, hiç kavrayamadan sürdürmekten evlâ değil mi?
Yeşim’le tanışma hikayemizle başlamak istedim önce.
Düşündüm biraz.
Bir hikayemiz var mı?
Tanışmamızın anlatılacak bir hikayesi var mı?
Neden bazı insanlarla onları hiç görmeden aramızdaki bağı böyle derinden hissederiz.
Hiç görmesek de olur birbirimizi.
Gücüne inanır, birbirimize karşı duyduğumuz koşulsuz ve saf sevgiden emin oluruz.
Hiçbir şey olmasa da, bazen hiçbir yere bağlanamayacak olsa da.
Biliriz.
Fotoğrafı yeni keşfetmiştim, her şey su gibi aktı ardından.
Çektiğim fotoğraflarla altına yazdığım iki satır cümleden bile etkilenip deli gibi yazıyor bana insanlar.
Kesinlikle fotoğraf çekmelisin, parlıyorsun, lütfen daha çok yaz daha çok fotoğraf çek diye.
Ben ama inanmıyorum kendime.
Hobi olarak başladım neticede, insanlar abartıyor diye düşünüyorum.
Bahanem de bu. Mis.
Yine de o zamanlar ders aldığım öğretmenim canım Ayşegülüm’ün ısrarına dayanamayıp profesyonel fotoğraf makinası aldım ve iki ay sonra kızkardeşimi ziyarete gittim, Güney Kore’ye.
O amatör ruhla çekilmiş fotoğraflarımla ilk kişisel sergimi açacağım, bundan çok eminim ki başvurumu yapıyorum.


Bir tane de adamdan hoşlanıyorum o sıra, birlikte geçireceğimiz haftasonuna hazır, çok heyecanlıyım.
Gençlik de başımda duman tabii.
Bir haber alıyorum. O haberin hepimizin hayatını değiştireceğini bilmiyorum daha.
Annem hasta.
Rutinde yapıldığı gibi doktora gidiyoruz.
Teşhisler, ilaçlar, geçici tedavi vs.. sonuçta annem pankreas kanseri tanısı alıyor.
Bu sonucu elbette beklemiyoruz hiçbirimiz.
Yüreğimde en derin yaralar açan acılarından birini deneyimlediğim,
Yürüdüğüm yolun en engebeli, en karmaşık olduğu o dönem başlamış oluyor böylece.
Hayatım onu kavrayışımın toyluğundan kaynaklı, yaşanabilir bile gelmiyor bana.
Annemin tedavisi sürüyor,
Hastaneler, şehirlerarası hastaneler hem de. Ameliyat, radyoterapi, kemoterapi, bir türlü sonuç alınamayan tedaviler, ağrılar ve bizi her geçen gün sona yaklaştıran zaman böyle ağır ağır geçiyor.
Birlikte kalıyoruz benim evimde.
Bir telefon alıyorum,
Sergiye onay geldi diyor Ayşegül.
Nasıl yapacağım diyorum, annem çok hasta.
Ona ben bakıyorum. Kimseye bırakamam.
Elini taşın altına koyacaksın diyor telefonun diğer ucundaki ses. Biz varız, birlikte yapacağız.
Açacağım ilk kişisel sergimin heyecanını yaşayamadığım gibi, kendimi de hep suçlu hissettiğimi hatırlıyorum.
Anneme ben bakıyordum, sergi için yapmam gereken şeyler olduğunda onu istemese de bir kaç saatliğine başkalarına emanet etmem gerekiyordu. Üzülüyordu buna, içerleyip sitem ediyordu bana.
Suçlu hissettim uzun bir zaman, annem bu kadar hastayken nasıl ve neden sergi açtığımı sorguladım hep.
Sonra o da gelsin ilk sergime, heyecanımı paylaşsın benimle.
Ölmesin, yensin o hastalığı ve yaşama tutunsun istedim.
Çok istedim.
Ama.
Ama olmadı.
Serginin açılışında bulunmak dışında açık kaldığı günlerde neredeyse sergi salonuna hiç gidemedim. Hiçbir şeyle ilgilenemedim, satılan fotoğrafları alıcılarına teslim bile edemedim.
Fotoğraf buruk bir yere evrildi içimde.
Annem yoğun bakıma alınmıştı.
Günler ayrı, geceler ayrı perişan.
Sabahı sabah ettiğimiz, zamanın durduğu hastane koridorlarında korkudan ödümüz patlayarak, kâh ağlayıp, kâh gülerek.
İnsanız çünkü nihayetinde.
Ağlayarak ümit etmeye çabalamanın ne demek olduğunu, duran zamanı yine de durdurmaya, birini yaşatmaya, sana yaşam armağan eden birini yaşatmaya çalışmak ne demek.
Ne demektir kanser. Öleceğini bildiğin birine iki yıl boyunca bakmak. Öylece bakmak bazen.
Çaresizce bakmak.
Ölüm ne yana nasıl düşer. Nasıl yakar o ateş.
Anneyle nasıl vedalaşır insan.
Her birini, tüm içerdiğiyle öğrendim o günlerde.
Fakat kavramak ve anlamak daha da uzun sürdü.
Mücadelemizin sonunda annemi kaybettik.
Kansere yenik düştü, kirpiklerini sevdiğim.
O kaybın ardından tuttuğum yasın ne kadar uzun sürdüğünü, ölümün tüm yaşamıma sirayet etmesine nasıl bu kadar izin verdiğimi de sonra kavrayacaktım.
Kavramak, hep sonradan.
Ölümünden sonra, hep sonradan.
Öfkemi, çaresizliğimi, kaybımı, olanı ve olmayanı ifade biçimim oldu o günlerde fotoğraf ve yazı, bir yanı hep buruk.
Instagram’ı keşfettim bir gün her nasılsa.
İlk günlerde küfür gibi gelen ‘hayat devam ediyor.’ bu işte.
Sırf bu uygulama için üşenmedim bir de telefon aldım.
Hayat devam ediyor, hı hı.
Uygulama çok yeniydi, kullanım alanı sadece fotoğraftı.
Çok sevdim.
Geçen zamanın onu böyle değiştirmiş olmasına inanmakta zorlanıyorum zaman zaman.
Uygulamayı o değişikliğe rağmen her zaman özenle kullandım.
En sevdiğim anları, en sevdiğim fotoğraflarımı, en sevdiğim, hep en içimden gelen satırlarla harmanlayarak yazdım.
Modern zamanların hatıra defteri oldu bana göre Instagram.
Biz, fotoğrafın felsefesine inanan ve onunla ilgilenen, estetik algısı çoğunluktan biraz farklı bir avuç fotoğrafçıydık o mecrada. Orada tanıştık Yeşim’le.
O yıllardan bugüne,
Çok şey oldu, çok şey değişti.


Bodrum’da yaşıyordum, İzmir’e taşındım.
Kendimi yeniden var etmem ya da işte söylediğim gibi düşmeyi, kalkmayı, yenilmeyi, engebelere rağmen yaşamı olduğu gibi kabullenip teslim olmam biraz uzun sürdü sanırım.
Bugün artık biliyorum, beni ben yapan her şeye, olana ve olmayana teşekkürle.
Uzun sürdü,
Denedim, denedim. Denedim.
Yoruldum ve vazgeçtim sonra.
Hem yazmaktan hem de neredeyse fotoğraf çekmekten.
Araya yıllar, yollar, başka şehirler, insanlar ve zaman girdi.
Bazı insanlar ve şeyler ve şehirler yer değiştirdi, bazıları yeni yerler buldu kendine. Bazıları artık hayatımda bile değil.
Şeyler ve insanlar.
Kuş olup uçan, o güzel atlara binip, kimbilir nerelere..
Yazarken geride kalan tüm o yılları düşündüm tekrar, tekrar.
Tekrar edeyim, Yeşim’le henüz bir kez bile yüzyüze gelemedik.
Buna rağmen.
Kendimi çaresiz hissettiğim tüm o zamanları da dahil hayatımın.
Ne zaman, ne için yazıyor ve arıyor olursam olayım ona kolaylıkla ulaşabildiğim bir insan oldu hep.
Sesini her duyduğumda içim açıldı, o ses bana hep umut ve güç verdi.
Yazdıkları ve yaptıklarıyla kendini bambaşka yerlere konumlayıp sayısız başarılara imza atan bir kadının kendi deyimiyle ‘dokunduğu her şeye büyüteç etkisi’ de yapabildiğinin en gerçek kanıtıydı bu.
Onu hep hayranlıkla ve sevgiyle izledim.
Bana bir şey oldu, yeni bir şey.
Birden oldu. Yeni oldu.
Bir ilham geldi. Kaynağının ne olduğunu bilmediğim.
Çılgınca bir istek duymaya başladım. Fotoğraf çekmek, yazmak, yeniden anlatmak, yeniden yeniden kendini bu dille ifade etmekle ilgili.
Aklıma ilk Yeşim geldi, her zaman nazik tavrıyla döndü bana, anlattım ona. Uzun uzun dinledi beni.
Hiç tereddüt etmeden verdiği ilk ödev oldu bu.
Yıllar sonra ilk defa başka insanlara da ulaşacağını bildiğim bir yazıyı içimden geldiği gibi yazdım, öylece.
Yeşim yıllara, yollara ve mesafelere rağmen her zaman kalbime dokundu, sevgiyle ve güzellikle.
Hikayemizin kalanında, öncelikle vesile olduğu ve olacağı her şeye ve bizi buluşturan evrene teşekkürle;
Birlikte yapacağımız, yaratacağımız, üreteceğimiz ve ortaya çıkacak olan her şeyin sizin de kalplerinize dokunuyor olmasını dileyeceğim, diledim.
Merhaba olsun.

Melike Güngörer

MELİKE GÜNGÖRER HAKKINDA

1975 yılında Tarsus’ta doğdum.
Fotoğrafı uzun yıllar yaşadığım Bodrum’da keşfettim.
Ayşegül Kaygun’dan ve fotoğraf sanatçısı Enis Umuler’den fotoğraf dersleri aldım.
Bodfad’ın açılış çalışmalarında yönetim kurulu başkanı Ayşegül Kaygun’a asistanlık yaptım.
Çeşitli blog, sözlük, dergi, gazete ve internet sitelerinde yazdım.
2009 yılında Gümüşlük Sanat Akademisi tarafından düzenlenen ‘Dizelerden Objektife İlhan Berk’ konulu yarışmada iki fotoğrafımla ilk ödülümü kazandım.
Fotoğraflarım farklı alanlar ve mecradalarda yayınlandı.
Katıldığım karma sergilerin yanı sıra;
ilk kişisel sergimi Bodrum’da Osmanlı Tersanesi Kaymakamlık Sanat Galerisi’nde açtım.
“Hi Seoul, Soul of Asia” adını taşıyan sergi daha sonra Ankara’da Kore Büyükelçiliğinde açıldı. İzmir’de yaşıyorum.

5 Yorum
  • Derya
    14 Mart 2022 saat 18:27

    Canım Melike,
    Çok güzel yazmışsın yine..
    Seni bu şekilde yazmaya teşvik eden Yeşim Hanıma da teşekkürleerrrr.
    Daim olsun..

  • Yeşim MUTLU
    15 Mart 2022 saat 08:29

    Teşekkür ederim. Var olana yol vermek lazım her zaman…

  • Melike Gungorer
    24 Mart 2022 saat 12:41

    Teşekkür ederim, canım Deryacım. Daim olsun, okuyana şifa olsun sevgimiz 🙂

  • İpek Birsin
    03 Nisan 2022 saat 14:42

    Can Melike ,
    Fotoğrafların ve yazıların sadece kalplere değil , yaşamlara da dokunuyor. Her dem devam etsin .
    Yolun açık ve aydınlık olsun .

  • Melike Gungorer
    06 Nisan 2022 saat 11:35

    İpeğim, çok teşekkür ederim güzel sözlerin için. Hep beraber olsun yolculuklarımız, ışıl ışıl.

Yorum Yazın