Göbeklitepe’nin Gizemi

Göbeklitepe’nin Gizemi, İpek Kobaner’in ilk kitabı. İpek ile Mario Levi yaratıcı yazarlık atölyesinde tanıştık. Nişantaşı’ndaki atölyede Mario Hocamızın ağzından çıkan her söz, bir masanın etrafında kendi hikayelerini paylaşan kadınlar için çok önemliydi. İpek bu süreç içinde her zaman bakımlı, ilginç takıları ve geçmiş hayatından getirdiği üst düzey bürokrat havasıyla benim için bir başkaydı. Zaman ile atölye çıkışında arkadaş sohbetleri derinleşti. Bazen kahve bazen yemek derken keyifli anılarla bir grup kadın pandemiye kadar gelmiştik.

İpeğin kitabı çıkar çıkmaz bu söyleşiyi yapmak istesem de tam kapanma sebebiyle İstanbul’dan uzaklaştığım için bir araya gelemedik. Sonrasında da hem İpeğin hem de benim yoğun zamanlarım oldu. Nihayetinde daha fazla zaman geçmeden çevrimiçi bir söyleşiyle İpeğin kitabı “Göbeklitepe’nin Gizemi” ni sizlerle buluşturmaya karar verdim. Kitabı okumak, paylaşmak ve yorumlamak kadar yazarı da tanımanın önemli olduğunu düşünüyorum.

İpekciğim, kısaca seni tanıyabilir miyiz?

En zor soruyla karşı karşıyayım şu anda. Ama sanırım bu süreçte öğrendim bu sorunun cevabını. Osmaniye’de doğdum, büyüdüm. Babaannem şehrin ilk sinemalarını kurmuş, ben doğmadan çok önce, zamanının “Şehir” ve “Yazlık Aile Sineması” . Şehrin ortasında bir konak ve yan tarafımızda tüm renkleriyle sinema dünyası. Böylece hiç sokakta oynayamayan ama çok okuyan ve film seyreden bir çocuk oldum. Şunu belirtmeliyim ki üç erkek çocuğun içinde çok demokratik ama hafifçe pozitif ayrın görerek büyüdüm. Babamla sık sık Adana’ya gidip o hafta oynayacak filmleri seçerdik, çocuk aklımla ben seçtim sanıp, çok mutlu olurdum. Dolayısıyla şunu söylemeliyim ki kız çocuklarının kendine güvenmesi ve saygı duyularak yetiştirilmesi, dünyayı çok daha güzel bir yer yapabilir. Kitabımın da bir yerinde geçen, Adanalı sinemacıların Yeşilçam dünyasına yön verdiği bölümünün bizzat şahidiyim. Babamın bir Yılmaz Güney, bir Fatma Girik filmi siparişini verdiğini çok net hatırlıyorum.

İşte böyle bir çocukluk ama sanmayın ki okul hayatım sıkıntılı 🙂 Çalışkan bir tipim, sınavda da o zamanın gözde okulu “Ekonomi Bölümü” nü kazandım. Ama şimdiki eşimle evlenip Ankara’ya geldiğimde, tekrar sınava girip Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümüne başladım. Bu günümün mimarı o yıllar ve o şahane hocalar ve o ekoldür. Sonrasında Yüksek Lisans ve Doktora çalışmalarıyla destekledim o eğitimi. Daha çok yöneticilik yaptığım bir iş hayatı ve sonrasında yani bu yıllarda tam zamanlı roman yazarıyım.

Kitap yazmaya pandemiyle birlikte mi karar verdin? Kitap yazma sürecin nasıl başladı?

Aslında bakarsanız ben hayatım boyunca yazdım. Sanat dergilerinde yazdım, gazete köşe yazarlığı yaptım, daha çok ciddiye aldığım bir hobi olarak sürekli yazdım. Okumak ve yazmak önemli bir yer tuttu hayatımda.

Roman yazmak ise bambaşka bir dünyaydı. İş hayatımı tamamlayıp İstanbul dönemim başlayınca ilk işim bir yazı atölyesine gitmek oldu. Hiç düşünmeden, hiç hesapsız, kalbimin sesini dinleyerek… Değerli hocam Mario Levi’nin adını duyunca başladığım ve çok doğru bir karar olduğunu şu an bildiğim bir çalışmanın içine girdim. Pandemiden önceydi. Önce öykülerle başladığım sonra roman yazmaya evrildiğim bir süreç.

İlk başlarda benim ailemin ilginç geçmişini yazmayı düşündüğüm ama sonra yazdığım mitolojik bir öyküyü okumamın ardından, yazar arkadaşlarımın da yoğun ısrarıyla arkeoloji ve mitoloji içerikli yazmaya karar verdim.

Bu durumda Göbeklitepe konulu bir roman yazmam kaçınılmaz olmuştu. Keşfedildiği günden bu yana takip ettiğim, defalarca gittiğim, mitolojisinden ve ezoterik anlatılarından çok etkilendiğim bu yeri yazmalıydım. Urfa ve Harran dinler tarihinin en önemli noktası ve yanı başında on iki bin yol öncesinin Göbeklitepe’si. Öyle bir harman ki beni içine alıp sürükledi doğal olarak. Medeniyetlerin beşiği olmuş Mezopotamya yani iki nehrin arası bereketli topraklar anlatmakla bitmez serüvenler barındırır.

Ben de arkeolojiye ilk başladığım yıl romandaki Tekin gibi mitoloji ile karşılaşmışım, Sümer kitabeleri oradaki anlatımların dünya tarihine kazandırdığı Anunnaki hikayeleri, Nuh Tufanı, Gılgamış Destanı, Enkidu bizi bizden almış gitmişti… Sümeroloji bölümüyle ortak derslerimizi iple çeker olmuştuk tabii. Bu arada 12.Gezegen, Tanrıların Arabaları gibi antik uzay konulu kitapları zorluklarla bulup bir solukta okumuştuk. Yani sonuç olarak bu kitabı yazmak benim kaderimde vardı desem çok mu abartılı olur?

Bir de unutmadan anlatmak isterim, romanı yazmayı yarılamışım “Atiye” dizisi başlamaz mı, eyvah dedim acaba aynı şeyleri mi anlatıyorum? Sonra yakın arkadaşlarıma “lütfen izleyip bana söyleyin” diye ricada bulundum. Derdim etkilenmemek tabii ki. Neyse ki konularımız ayrıymış. Çok rahatladım, o hızla devam edip sekiz ayda yazmamı tamamladım. Basım süreci de bir o kadar sürdü ama sonunda okuyucusu ile buluştu iki ay önce. Çok tatlı geri dönüşler aldım, Avrupa’da ilgi gördü, trendlere girdi. Çok mutluyum bu anlamda, su gibi akan heyecanlı aşk dolu bir macera romanı oldu. Harran Okulu’ndaki kimyacı Cabir’den, Sabiilere, erkek cemiyetlerinin izlerinin ilk başlangıcından Floransalı Mecidi ailesine ulaşmasına, Ayasofya’daki metinlerin yolculuğuna kadar birçok tarihi bilgiyi de olayların akışının içinde verdim. Çünkü bu romanı yazarken bir fikrim vardı.

“Göbeklitepe’nin Gizemi” pandemi sürecinde okuyucularla buluştu. Takip ettiğim kadarıyla da yoğun ilgi gördü. Sen bu ilgiyi bekliyor muydun?

Avrupalı, Amerikalı yazarlar bizden etkilerle oluşturduğu mitolojisini kullanarak tüm dünyayı etkileyen romanlar ve filmler yapıyor, neden bizde de olmasın diye düşündüm. Çünkü çoğu hikayenin kökeni ve daha fazlası bizde var. Bir “Melekler ve Şeytanlar” filmi izlenme rekorları kırıyor, kitabı çok okunuyor. Kendi kurguladıkları hikayelerini roman ve filmlerle beynimize kazıyorlar. Ama asıl hikaye buradan başlıyor ve bütün detayıyla bizim hikayemiz… Böyle düşününce de yazmak kaçınılmaz oldu benim için. İlgi görmesini de bu duruma bağlıyorum, bir roman tadı içinde bilgilenmeyi seviyoruz, ben de seviyorum, kendimden yola çıkıyorum.

Kitabın farklı ülkelerde ve farklı şehirlerde geçmesine rağmen kurgu çok güzel. Bu süreci nasıl planladın? Şehirleri kişisel ilgi alanına göre mi yoksa tamamen hayali olarak mı seçtin?

Romanımın genel kurgusu ve kahramanlarım başlangıçta belliydi. Ama şehir seçimlerim NY hariç sevdiğim bildiğim şehirler hem de kitabı okuyanların tahmin edeceği gibi daha çok ley hatlarının üzerindeki yerler oldu. Hepsi kadim mekanlardı. NY ise Sabii olanların yerleştiği önemli yerlerden biri olduğu için tercih ettiğim bir şehir oldu.

Adana’da geçen uzun yıllar sonrası İstanbul’dasın. Kitapta da Ada’nın ailesinden bu izleri yoğun şekilde görüyoruz. Kitap kebabıyla, bici bicisiyle de bunu tam olarak hissettiriyor. Bu motifleri kitaba eklemek nereden aklına geldi? ,

Osmaniye doğduğum yer ve Adana uzun yıllar yaşadığım yer. Kendiliğinden elim oralara gitti, hem sevdiğim hem de çok iyi bildiğim için olabilir.

Göbeklitepe’nin gizemi hala çözülmüş değil. Dünyanın gözü de ilgisi de gerçekten üzerinde. Arkeolog / yazar kimliğinle sana sormak istiyorum. Göbeklitepe’nin sırları sence ne zaman çözülür?

Bu soruya cevap verirken aslında iki soruya da yani son soruya da cevap vermiş olacağım. Bu kitapla ilgili ne zaman konuşmaya başlasam bana öncesi, nasıl oldu da birden bu devasa yapılar ortaya çıktı diye soruluyor. Bir fikrim ve yorumum var. O da şimdi yazdığım romanda şekilleniyor. Gizemleri çözmek için tamamen tarihi bilgilerle ve mitolojik anlatımlarla ilerliyorum. Bilimsel bilgi ve sezgisel aklın yol göstericiliği üzerinden gidiyorum. Tarihin sorgulanması gerekir. Bize anlatılanla yaşanan tarih farklı olabilir, bu durum tarihi olaylarda defalarca karşımıza çıkar. Her büyük komutan kendi tarihçisini yanında bulundurup ve kahramanlıklarını yazdırırdı eski zamanlarda. O nedenle dogmatik değil, şüpheci bakmamız gerekir.

Son zamanlarda tarihi bize öğretildiği gibi yorumladığımızı çok sık düşünüyorum. Senin kitabında tarihin içinde başka gerçekler olabileceğini düşündürüyor. Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Tarihi tam anlayabildik mi? Yoksa daha çok uzun bir yolun başında mıyız?

Zaten Göbeklitepe bilinen tarihi tamamen değiştirdi. Ama eski bilgiler halen değişmedi. Bu olmamalı. Tarih siyasetin malzemesi değildir. Tabii medeniyet “Yunan” dan başlatanlar için, her kurgusunu buna göre yapanlar için bu durum çok zor kabul görecek. Aksi halde hak iddia ettikleri her şey sorgulanıyor olacak. Burada büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih araştırmalarını ve açtığı ufukları yol göstericim olarak düşünüyorum. Daha uzun bir yolun başındayız, çok çalışmamız gerekli.

Aslında bir roman daha ilerliyor o da İstanbul üzerine, onun içinde çok heyecanlıyım. Zaten heyecanlanmadığım bir konuyu asla yazamıyorum.

Kitabından bir karakter olman istense sen kimi seçerdin? Ve neden bu karakter diye sormak isterim.

Kitabımdaki bütün karakterleri çok severek oluşturdum. Adeta onlarla yaşadım, hissettim ev içinde Ada bugün şöyle dedi, şöyle yaptı gibi konuşmalarım çok oldu. Öyle oldu ki yaşadıklarını anlatırken parmaklarım düşüncelerimin hızına yetişemedi. Kalbim çarptı. Sabit’in annesini bekleyişini yazarken gözümden akan yaşları tutamadım. Ali Bey, kalbi kırık doktorumuz Cavidan, Sait ve onun muhteşem dedesi, hepsi ayrı ayrı etkiledi beni. Durum böyleyken birini tercih etmem öbürüne ihanet gibi olur. Hepsi ailemin bir parçası ve onları çok seviyorum.

İpekciğim, kitabın devamı gelecek mi? Yoksa bambaşka bir tarihi yerde olacağız?

“0n yılda on roman” sloganım var. Bununla ilgili çok önemli iddiam da var ama onu başka bir zaman saklayalım.

Sevgili İpek, her zaman güzel satırlarının okuyucusu olacağım. Yaratıcı yazarlık atölyesinde tüm yazar arkadaşlarıma söylediğim gibi yeni kitaplarında da ilk söyleşi benden 🙂 Samimi ve keyifli satırların için çok teşekkür ederim.

Yeşim Mutlu

Yorum yok

Yorum Yazın