Geçmişten geleceğe TROYA

Avrupa Müze Forumu /EMF) tarafından verilen ve en saygın müzecilik ödüllerinden olan “Avrupa Yılın Müzesi Ödülleri”nde Troya Müzesi ve Odunpazarı Modern Müzesi özel ödüllere layık görüldü.

2020 Avrupa Yılın Müze Ödülü’nü alan Troya Müzesi 7 Mayıs 2021 günü tüm haber kanallarında yer alırken; müze müdürü Rıdvan Gölcük’ün 8 Mayıs günü Twitter’dan paylaştığı duygu dolu satırlar sonrası kendisiyle hemen iletişime geçtim.

“…. Çalışma odamın kapısını her güm “Allah’ım sana şükürler olsun” diye açıyorum. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama Troya Müzesi’ne büyük bir sevgiyle, tutkuyla bağlandım….Troya Müzesi Avrupa Yılın Müzesi Özel Takdir Ödülü’nün sahibi oldu” yazan müze müdürünü ve Troya Müzesi’nin hikayesini yazmak istedim. Troya Müzesi’ne giderek tarih, tutku ve hayallerine sımsıkı sarılmış Rıdvan Gölcük’ten Troya’dan ödüle uzanan süreci dinledim. O kadar uzun bir sohbet oldu ki size üç bölüm halinde aktarabileceğim.

Rıdvan Bey ile Troya Müzesi’ni gezerken anlattığı çocukluk hikayesiyle “Troya Müzesi” söyleşisine başlamak isterim.

1981 İstanbul doğumlu Rıdvan Bey, 10 yaşındayken bugün yaptığı mesleği, müzeciliği, arkeolojiyi hayal etmiş.

“1991 senesiydi, çok net hatırlıyorum. Çünkü Tarik Akan ve Ayşegül Aldinç’in başrollerini paylaştığı bir dizi vardı; “Taşların Sırrı” Tarık akan, o dizide Koray isimli bir müze müdürünü canlandırıyordu, arkeolog müze müdürüydü. Ve her bölümde bir sırrı çözüyordu, bir mezarın sırrını çözüyordu, bir kentin sırrını çözüyordu. Ben de 10 yaşımda karar vermiştim, ben de müzeci olacaktım., arkeolog olacaktım. Bir pikap kamyonetim olacak ve tek başıma kazı yapıp, çıkanları da müzede yine tek başıma sergileyeceğimi düşünüyordum. Çünkü o tarihlerde bunun böyle büyük büyük ekiplerin işi olduğunu çok anlamıyordum, bilmiyordum. Dolayısıyla bu meslek benim çocukluk hayalimdi. Çok şükür kahramanım da Indiana Jones değil, Tarık Akan’ın canlandırdığı müze müdürü Koray oldu.” (gülüşmeler)

Sizin için Troya Müzesi ve Troya ne anlam ifade ediyor?

Şu an günümüz Troya’sını Troya 3.0; diye adlandırıyorum. Modern söylemle sanayi 3.0-4.0 vb. Troya 1.0 Homeros’un İlyada’sı. Troya diye bir şeyin varlığından bizi haberdar eden metin. Bu hikayenin bu kadar popüler olmasını sağlayan şey o. Fakat o bir mitti. Kent var mı yok mu bilmiyoruz.

Troya ile ilgili ikinci büyük kırılma Troya kazılarıdır. Troya kazıları ile böyle bir kentin var olmuş olabileceğini öğrendik. Mitostan logosa, mitten birime giden bir yolculuk. Bu ikinci büyük kırılma anıydı. Bana kalırsa 2018 yılında Troya Müzesi’nin açıldığı tarihe kadar yeni bir kırılma noktası olmadı. Yeni kırılma noktasının tam size anını anlatayım. Benim için önemli bir andır.

Karşımızda 438 kişilik nüfusa sahip Tevfikiye Köyü var. Bu kübik yapı bulunduğu coğrafyaya yabancılaşmaya çok müsait. Biz de o yabancılaşmayı yaşamamak için köylerimizle sık bağlantı kurmaya çalışıyoruz Bir gün karşı köyümüzden Ahmet Bey ile sohbet ettik. “Müzeye geldiniz mi daha önce?” diye sordum. “Gelmedim” dedi. “Bir gün gelin lütfen size rehberlik yapayım” dedim. Sonra bir gün müze içinde başka bir gruba rehberlik yaparken Ahmet Bey’in çıkmak üzere olduğunu gördüm. Hemen yanına gittim. “Müzeyi nasıl buldunuz?” diye sordum. Ahmet Bey; “Müdür Bey müze harika olmuş. Köyümde böyle bir müze var gurur duyuyorum. İçindeki Yunan eserleri çok güzel” dedi. Ahmet Bey ne güzel sohbet ediyorduk içindekiler niye Yunan eseri oldu? Ahmet Bey; “Troya kenti bir Yunan kenti değil mi? Homeros, Hector bir Yunan. Haliyle bu eserler Yunan eseri değil mi? diye cevapladı.

TROYA 3.0 Ahmet Bey ile başlıyor!

Troya 3.0 tam burada başlıyor. Ahmet Bey’e İlyada’yı okuyup okumadığını sordum. Okumadığını söyledi. Ahmet Bey size İlyada’dan bir sahneyi anlatayım, sonra batılı yorumu bu sahne hakkında ne söylüyor onu söyleyeyim. Çünkü batılı yorumun ne dediği şu açıdan önemli. Homeros İzmirli, anlattığı savaş Çanakkale’de diyor. Batı diyor ki batının ilk ozanı, bizim yazılı edebiyatımızın başlangıcı “bizim” diyor. Bizim diyorlar daha iyi yorumlayanın onlar olması bekleniyor. Batılı yorumu söyleyeyim sonra sizin yorumunuzu alayım. Ahmet Bey “tamam” dedi.

İlyada’da bir sahne vardır, benim için çok meşhur bir sahne. Troya surları önünde bizim Troya’lı Hector gözünü Yunan kahramanı Akhilleus’a dikmiş. Onunla birebir kahramanlık mücadelesi yapacak. Babası Priamos ile annesi Hekabe surların üzerinden Hektor’u izliyorlar. Yunan Akhilleus’ta çok güçlü ve vahşi bir adam. Babası Hektor’a “Oğlum surlardan içeri gir ve bizleri düşün.” Bu arada surlara Troya çok güveniyor. 10 yıl boyunca o surlar devrilmiyor.

Baba Priamos Hector’u ikna edemiyor. Her Anadolu ailesinde olduğu gibi sonra anne Hekabe gözüküyor. Öyledir ya ailelerimizde de önce baba gözükür, baba halledemezse sorun çözücü annedir. Anne Hekabe; “Hector, surlardan içeri gir. Çoluğunu çocuğunu düşün.” Hector hiç oralı değil. Hekabe refleks bir hareketle göğsünü açıyor ve “Oğlum bu memeye saygı duy, çocuklukta burada geçirdiğin günleri hatırla ve içeri gir.”

Homeros’un İlyadası’ndaki sahne bu. Yazdığı tarihte Hekabe’nin bunu annenin göğsünü göstermesinin ne anlama geldiği çok belli ki hiçbir açıklama gereği duymamış.

Ahmet Bey’e dedim ki; sahne bu. Batılı yorumu ne söylüyor onu söyleyeceğim. Konu hakkında yazılmış tez var. Tez diyor ki; anne Hekabe neden göğsünü gösterip “Oğlum bu memeye saygı duy, çocuklukta burada geçirdiğin günleri hatırla ve içeri gir.” tezin ana sonucu şu oluyor. Hekabe; erotik olarak oğlunun dikkatini dağıtmak istedi. Karşı tezde anne kaç yaşında kaç yaşında kaç çocuk doğurdu nasıl etkileyecek. Mesele Hector’u annesi etkiler mi etkilemez mi?” ye geliyor. Ahmet Bey, batılı yorumu bu. Sen ne düşünüyorsun diye sorduğumda adamın neredeyse tansiyonu çıktı. “Olur mu böyle şey. Ana sütü hakkından bahsediyor, süt helalliği hakkında konuşuyor.” dedi. Şimdi Troya 3.0 geliyor. Ahmet Bey, 5 dakika önce burası bir Yunan kentiydi. Bunlar Yunan kahramanıydı, Hector ve eserler Yunan’dı. Nasıl anladın? Ahmet Bey o kadar sinirli ki; ” Olur mu Müdür Bey, siz nasıl anlıyorsunuz? Sizin içinde öyle değil mi? Dedim ki yüzde yüz böyle anlıyorum. Siz ayaküstü bu metni ilk defa duydunuz. Orasının bu topraklara ait olmadığını düşünüyordunuz. Sen nasıl yorumluyorsun benim için bu önemli. Ahmet Bey dedi ki; “Çocukluğumda Karamenderes nehrini çok severdim. Troya kentinin hemen yanı başında akıyor. Oraya girmeyi çok seviyordum ve bahçeden kaçıyordum. Annem çok korkuyordu birazcıkta bataklıktı nehir tabii. Annem kaçtığımı görünce başına bir şey gelir, gidersen sana sütümü helal etmem falan diye bağırırdı.

Ahmet Bey bak şimdi başka olay daha çıktı. Diyorsun ki;

1- Hector’la aranızda 3000 yıl fark var. Aynı köyde aynı yerleşimde ikinizde annenizden aynı lafı duydunuz.

2- Karamenderes’i çok mu seviyorsun. Çok seviyorsun. İlyada’da Karamenderes’in adı Skamender. Hector Karamenders’i o kadar sever ki Hekabe oğluna “Skamenderli” diyor.

Hektor’la aynı nehre, aynı tutkuyla bağlısınız. İşte bu Troya 3.0.

Bu müze ve proje sayesinde hikaye/destan ilk defa o kültürden beslenenler, aynı kültürden gelenler tarafından yorumlandı. Bugüne kadar biz İlyada yorumlarında hep batı yorumunu okuyorduk. Hep onların gördüğü İlyada’yı görüyorduk.

Troya Müzesi kadar açıldığı bölgede yaşayan kişilerin tarihi değerleri, Ahmet Bey’in doğduğu topraklara ve erken yaşlardan itibaren yaşadığı benzer olaylara bakarak TROYA’da yeni bir tarih yazılıyor diyebilir miyiz?

Troya Müzesi; iyi bir mimari proje ama iyi bir mimari proje olarak kalmasını istemiyoruz. İçinde iyi bir müzecilik var ama şu meseleyi sıkça vurguluyoruz “yeni bir tarih yazımı” Bugüne kadar ki tarih yazımı Homeros’un anne Hekabe’nin göğsünü neden açtığını yorumlarken batı yorumunu eleştirmiyorum. Ama batı kültüründe ana sütü helalliği yok. Bilmiyor o zaman Freudcu yaklaşım var. Freudcu yaklaşımla çözüyor. Ama bizim Tevfikiye Köyümüzü buraya çağırdığımız zaman; Homeros’tan bir metni ayaküstü okuyorsunuz ve ayaküstü doğru yorumluyor. Hakkında binlerce sayfa tez yazmaya gerek kalmıyor. İşte bu Troya 3.0.

Peki, Ahmet Bey’in hikayesinde olduğu gibi Troya ilk defa bu kültürden gelenler tarafından yorumlanmaya başlıyor. Troya Müzesi’nin geçmişinde buna benzer başka ait olaylar var mı?

Bu hadise tek midir? Değildir, Polyksena Lahdimiz var. Biliyorsunuz daha öncede müzeyi gezdiniz gördünüz. Müzenin en özel eserlerinden birisi. Priamos’un kızı Polyksena’nın Akhilleus’un oğlu tarafından kurban edilmesini anlatıyor. Onun üzerinde bazı sahneler var. Polyksena’nın kız arkadaşları Polyksena’nın kurban edilişini izliyorlar. Saçlarını çekiyorlar, göğüslerine vuruyorlar ve yere diz çökmüş bir kız var dizlerini dövüyor. Batılı izleyiciler lahdi incelerken diyor ki; “Neden saçını çekiyor? Neden göğsünü vuruyor?” İlyada çevirilerinde yabancı bir metne çevrildiğinde orayı yorumlarken çok üzüldü diyor. Oysa çok üzülmedi, ağıt yakıyor. Polyksena Lahdi 2500 yaşında ve biz saçını çekenin, göğsünü yumruklayanın ne demek istediğini o kadar iyi biliyoruz ki bugün allah korusun kötü bir haber yaşasak ana haber bülteninden bir annenin feryadını görsek aynı feryat deriz çünkü aynı kültürden geliyoruz.

1994 yılında bir kaçak kazı sonucunda Polyksena Lahdi ortaya çıkıyor. Müzeci arkadaşlar oraya gidiyor, kazı yapılıyor 1 ay kadar kazı sürüyor. Rapor yazmak zorundalar. Stilistik olarak lahit yorumlanıyor ama aynı zamanda sit alanı ilan edilecek. Ama hangi parselde? Hemen muhtara gidiyorlar. Muhtara diyorlar ki Ada, parsel numarası ne? Muhtar diyor ki; “Burada parsalizasyon geçmedi.” O zaman mevkii adı ne? Muhtar diyor ki: “Kızöldün Tepesi” Muhtara diyorlar ki “Muhtar Bey, lahdin üzerinden bu ad var. Bu arada lahit tümülüsün (tepecik) içinden çıkıyor. Muhtar Bey, lahitte gördüğünüzü sormuyoruz. Bu mevkinin gerçekte adı ne. Muhtar yine “Kızöldün Tepesi” diyor. Ya Muhtar Bey, siz gördüğünüzü söylüyorsunuz diye ısrar ediyorlar. Muhtar; “Hayır o tepe biz de Kızöldün Tepesi’dir.” diyor. Muhtara itimat etmiyorlar hemen Orman Bölge Müdürlüğü’ne gidiyorlar. Haritayı açıyorlar ve haritada lahdin bulunduğu yeri “Kızöldün Tepesi” olarak görüyorlar.

Malazgirt bizim için önemli bir tarihtir. Ama bizim Anadolu ile tanışıklığımızın bu tarihte olmadığını gösteren şeylerden bir tanesi; Ahmet Bey’in 2750 yıllık metni ayaküstü duyar duymaz doğru yorumlamasıdır. İlyada’da Hektor’un anne Hekabe’den duyduğunu Ahmet Bey kendi annesinden duydu. Düşünün ki; 2500 yıllık mezar üzerinde yaşayan köylümüz kulaktan kulağa gelmiş şekilde “Kızöldün Tepesi” diyor. Nasıl bunu bilebilir ki? Nasıl öncesine hakim olacaktı? Bizim Anadolu ile bağımızın çok eski olduğunu gösteren örneklerden birisi de budur.

……….. devam edecek.

Söyleşinin devamında Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük ile Troya’nın yeni tarih yazımı ve müze için çok önemli olan “Yılın Müzesi Özel Takdir Ödülü’nü konuşacağız.

07 Haziran 2021, Milliyet Pembenar Yaşam

 

Yorum yok

Yorum Yazın