Büyük Aşk; Miles Davis & Juliette Greco

Pandemi sürecinde en büyük arkadaşım Netflix oldu. Temizlik, ev işleri, canlı yayın ve hayatı devam ettirme çabaları derken bana kalan gecelerdi. Dizi ya da film izlemeden yatmadım. Zaten günlük rutinimde de hep bu vardır. Geceyi minumum 50 sayfa kitap okuyarak sonlandırırım. Pandemide de uykuyla ilgili çok stres yaşamasam da uyku saatlerim çok az gecikti diyebilirim. 

“Miles Davis: Birth of the Cool” belgeselini izlediğimden bu yana Miles Davis & Juliette Greco aşkını yazmak istiyorum. Gerçek yaşam hikayelerini izlemeye doyamıyorum. Bana bu hikayeler büyük ilham oluyor. Belgeseli geçtiğimiz günlerde yeniden izledim. İzlemenizi öneririm. İzlerken not alsaydım dediğim çok sahne ve bilgi olunca aldığım notlar kendime kaldı. Bazen bazı sahneleri beyninize kaydetmek daha güzel oluyor 🙂

https://www.youtube.com/watch?v=34r017yYNa0

Miles Davis Juliette Greco ile Nasıl Tanıştı?

“1949’da Tadd Dameron ve ben grubu Paris’e götürdük, orda Bird’le aynı kulüpte çaldık, Royal Roost’ta olduğu gibi. İlk kez ülke dışına çıkıyordum, birçok şeye bakışımı sonsuza dek değiştirecekti bu. Paris’te olmaktan, insanların bana davranma biçimlerinden çok memnundum. Kendime yeni kıyafetler filan almıştı m, kendimi iyi hissediyord um moruk. Grupta ben, Tadd Dameron, Kenny Clarke, James Moody ve Pierre Michelot adında Fransız bir basçı vardı. Paris Caz Festivali’nin yıldızlan olduk. Sidney Bechet’nin grubu ve biz. Jean-Paul Sartre, Pablo Picasso ve Juliette Greco ile orda tanıştım. Bir daha kendimi bu kadar iyi hissetmedİm hiç. Kendimi bu kadar iyi hissettiğim diğer bir an, Diz ve Bird’ü B’nin orkestrasında çalariarke n ilk kez diniediğim andı. Ama o tamamen müzikle ilgiliydi. Bu farklıydı. Bu yaşamakla ilgiliydi. Juliette Greco ile ben birbirimize aşık olduk. Irene’i seviyordum ama böyle bir şey hissetmemiştim o güne kadar. 

Juliette’le Seine Nehri kıyısında yürürdük, el ele, öpüşerek, bakışarak, tekrar öpüşerek. Sihirli bir şeydi yaşadığım. Hipnotize olmuş gibiydim, bir çeşit transtaydım. Hiç böyle olmamıştım. Sürekli müzikte olmuştu aklım, romantizme zaman ayırmamıştım. Müzikti bütün dünyam Juliette’i tanıyana dek ve o bana müzik dışında, bir insanı sevmenin ne olduğunu öğretmişti. Kendimle eşdeğer bir insan olarak sevdiğim ilk kadındı Juliette.

Juliette’i tanıdıktan sonra bir kadında ne aradığımı artık biliyordum. Juliette olmazsa, hayata onun gibi bakan, yatakta ve yatak dışında onun stilinde biri olmalıydı. Bağımsız, kendi için düşünebilen; buydu hoşlandığım kadın tipi.” Miles Davis Otobiyografi Afa Yayınları 

Miles Davis ve Juliette Greco aşkını okurken yazıya eşlik edecek şarkı da Juliette Greco’dan “Sous le ciel de Paris” olsun 🙂 Belgeselde bu sahneler çok çarpıcı. Miles Davis’in hayatını anlatan otobiyografisini de okumanızı öneririm 🙂 

İzlemekten çok not alıp yazamadığım için aşağıda okuyacağınız satırlar The Guardian ve Twitter Kemal Büyükyüksel tweetlerinden alınmıştır. Görseller Google 🙂

1949 yılında Caz’ın hızla popülerleşen isimlerinden Miles Davis, hayatında ilk kez ABD’den yurtdışına grubuyla Paris’e gider. Bu seyahat Davis için bir dönüm noktasıdır. ABD’de siyahi, 2. sınıf bir vatandaş olarak ayrımcılığa uğrarken Fransa’da kendisine tapınan bir halk bulur.

Davis otobiyografisinde Paris’i şöyle anlatacaktır: “Benim yurtdışına ilk seyahatimdi… Hayata bakış açımı sonsuza dek değiştirdi. Paris’te olmaya bayıldım, Paris’te gördüğüm muameleye bayıldım. Her beyaz insanın aynı olmadığını, hepsinin önyargılı olmadığını Paris’te anladım”.

Boris Vian, Caz müziğe tutkuyla bağlı biriydi ve diğer sanat meşgalelerin yanı sıra bir müzisyendi de. Davis’i daha Paris’e gelmeden çağının en iyi müzisyenlerinden biri ilan etmişti. Vian’ın Paris’te Davis’e ulaşması uzun sürmedi, aralarında hızlıca bir sohbet ve dostluk oluştu.

Vian, Davis’i Juliette Greco’yla tanıştırdı. Greco, Paris’teki en meşhur aktris/şantözlerden biriydi. Bohem yaşamıyla ünlüydü. Sartre ve Camus, Greco hakkında şiirler yazmıştı. Gelecekte de Beatles, adına şarkılar besteleyecekti. Kendisine “Varoluşçuluğun İlham Perisi” denirdi.

Greco ve Davis tanıştıktan kısa süre sonra birbirlerine aşık oldular. Yıllar sonra Davis, Greco için “hayatımda eşit bir birey olarak sevebildiğim ilk kadındı” diyecekti. Davis, Greco için, “Bana erkekleri sevmediğini ama beni sevdiğini söyledi. Ondan sonra hep beraberdik” der.

Greco ve Davis günler boyu Paris’te gezdiler, nehir kenarında yürüyüşler yaptılar, kafeleri dolaştılar, sohbetlere katıldılar. Ne Greco İngilizce biliyordu, ne Davis Fransızca. Bundan dolayı sadece el işaretleri, vücut dili jestler ve dokunuşlarla iletişim kuruyorlardı.

Greco, Davis’e varoluşçu olduğunu söyledikten sonra Davis’i varoluşçuluğun babası sayılabilecek arkadaşı Jean-Paul Sartre’la tanıştırır. Sartre ve Davis kısa süre içinde bir dostluk kurarlar. İkisi de çokça ortak yönleri olduğunu fark ederler.

Sartre gençken bir piyanist olmak istemiştir. Davis gibi boksu seven biridir ve herşeyden öte bir Caz aşığıdır. Sartre, Davis ve Greco’nun sohbetlerine Boris Vian da katılır ve Vian’ın eşi Michelle, Sartre ve Davis arasında çevirmenlik yapar.

Bu vakitlerde Vian, Davis’i Picasso’yla da tanıştırır. Picasso’yla Davis arasındaki sohbetin detayları daha az bilinse de bir süre sonra Sartre, Davis, Greco, Vian ve Picasso, Paris’in Saint-Germain semtindeki kafelerde takılmaya başlarlar ve birkaç keyifli gece geçirirler.

Bu sohbetlerin bir metni bulunmuyor. Sanat tarihinin devlerinin konuşmalarını bilmek güzel olurdu. Ama bilinen bir şey var. O da Sartre’ın Davis’e “niye Greco ile evlenmiyorsun?” diye sorması. Davis, Sartre’a şöyle cevap verir: “Onun hayatını mahvedemeyecek kadar onu seviyorum”.

Dönüş vakti geldiğinde hem Greco hem de Sartre, Davis’e ABD’ye dönmemesi için ısrar eder. Davis de Paris’te bulduğu özgürlükten vazgeçmek istemese de sorumluluklarından dolayı dönmek zorundadır. Ayrıca onu ABD’de bekleyen bir eşi ve iki çocuğu vardır.

Greco ve Davis uzun süre konuşmadıktan sonra Greco’nun 1950’lerde New York’a gelmesiyle karşılaşırlar. Davis’in verdiği konserden sonra Greco, grubunu Waldorf Astoria Oteli’ndeki odasına davet eder. Ancak oteldekiler siyahi bir grubun otele girmesinden rahatsız olacaktır.

Oteldeki toplanmadan birkaç saat sonra sabaha karşı Davis, Greco’yu arar: “Seni bir daha asla burada görmek istemiyorum, böyle bir ilişkinin imkansız olduğu bir ülkede”. Davis otelde aşağılanmayı kaldıramamıştır ve Greco’yla ABD’de asla beraber olamayacağı kanısına varmıştır.

Buna rağmen Greco ve Davis yıllar boyunca birbirleriyle temasta kaldılar. Greco yıllar sonra, Davis’in Avrupa’da gittiği yerlerden kendisine mektup gönderdiğini anlatacaktır: “Buradaydım, sen burada değildin”.
 
Miles Davis yıllar içerisinde Paris’e defalarca döndü, en sevdiği şehir kalmaya devam etti.
 
Ölümünden birkaç ay önce Davis ile Greco son kez Greco’nun evinde buluştu. Greco verandadan dışarı bakarken Davis kahkahalar atmaya başladı: “Nerede olursam olayım, dünyanın hangi köşesindeysem, sırtına baktığında seni tanırdım”.
 
2 Yorum
  • Gökhan Budak
    26 Aralık 2023 saat 19:59

    Robert Wyatt’ın ”Old Europa” adlı parçası bu aşkı konu almış. Cuckooland albümünü dinlerken parçanın sözlerini merak ettim ve bu sayfaya geldim. Güzel yazı, tebrikler.

  • Yeşim MUTLU
    27 Aralık 2023 saat 11:40

    Gökhan Bey, Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. ne güzel müzik ve sanat ile buradasınız. Belgeseli izleyince yazmadan geçememiştim. Mutlu yıllar diliyorum.

Yorum Yazın