Bir Yaz Çelengi

Memleket meseleleri ve ciddi konularda sazı eline alan, bildiği ve bilmediği gibi çalan yıldız gazeteci, fenomen bilim adamı ve aktivist sosyal medya kullanıcısı sayısı yeterli miktarın oldukça üzerine çıktığına göre;
Biz de artık burada rahatlıkla içimizden geleni yapıp, işin unutulan boyutlarına eğilebilir, kaderine terk edilen birtakım ‘kaybolan değerleri’ yeniden keşfedebilir, hatırlayabilir, hayatımızın geri kalanını bu tür boş beleş aktüel, magazinel işler icra ederek yaşayabiliriz.
Bunu niye yaptığımız sorusuna da uzaklara bakarak şu şekilde açıklık getiririz sonra;

‘Bu bir varoluş kaygısı tezahürü.’

Geçip giden cazibesine rağmen ansızın Ümit Besen düşse aklınıza misal, ne bileyim Samime Sanay’da olur ve umarım bu işin sonu Safiye Ayla’lara uzanmaz.
Fakat biraz düşünün;
Son derece kendi halindeki hayatınızın içinde;
Küresel ısınma, pandemi, deprem, sel, fırtına, açlık, tokluk, sömürü, cinayet, şiddet, soykırım, mülteci sorunu, para birimimizin kaybettiği değer ve meme açmanın kanuna aykırı bulunduğu yalnız ve güzel? ülkemizin ve hatta dünyamızın  devasa dertlerine, bizim büyük çaresizliklerimize inat, Zeki Müren belirse göklerden gelen sıkıcı bir karar yerine ‘Muhtacım’ dese.  ‘Okul yolunda’ ve ‘Bir ilkbahar sabahı’ izlese onu.
Cher’in sesinden sorsak ‘Dov’e L’Amore?’
Sevgi nerede?
Kimse bilmez tabii.
Benim için hatırlamanın ve belirmenin de bir sınırı var yalnız, kaygılarım çok çabuk tezahür ediyor. Buradan sonrasını siz hatırlarsanız artık. Ben devam edemeyeceğim.
Peki,
Bu şarkıları hatırlayarak varmak istediğimiz yer neresi diye düşünüyor olabilirsiniz.
Yol bir yere varmaz sevgili Nağme okuyucuları, yol bir hatırlama biçimidir. Bazen de unutma biçimi. Durmadan hatırlar, durmadan unuturuz.  Esmerim, biçim biçim.
Türk Dil Kurumu tarafından ‘’Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor’’ olarak tanımlanmış,
Nesilden nesile aktarılan tüm hikayelerde tarihi yolculuğunu ölçüsüz, sonsuz ve gerçek vurgusuyla yapmış.
Çoğu zaman trajik sonlanmış, genellikle imkansız. İçinde her türlü mantık dışı duygu, düşünce ve davranışı barındıran,
Siyahın beyazdan hiç ayrılmadığı, ağrılı, sızılı ve çoğu zaman ulaşılmaz, tüm bu anlaşılması zor yanlarıyla büyülü bir şey olmayı başaran ve sanatın her dalında, yaşamın her alanında kendine ifade bulan,
İnsanlığın tarih boyunca anlamını en çok sorguladığı, üzerine yazıp çizdiği, şarkı türkü söylediği, Ağıtlar yaktığı.
Filmler ve dolaplar çevirdiği.
Seremoniler ve  konfetiler de var gerçi. Onlar güzel.
E o zaman hatırlamaya devam edelim?
Coğrafyamızın dillere destan aşk hikayelerini, tarihe ve edebiyata yön veren aşkları, modern zamanların ikonik aşklarını.
Uğruna Mecnun’un kendini çöllere vurduğu, Juliet’in Romeo’nun ölümüne dayanamayıp zehir içtiği, Kerem ile Aslı’nın ateşler içinde yandığı, Ferhat’ın dağları deldiği ya da yol ettiği aşkı.
Napolyon ve Josephin’i, Cleopatra ve Sezar’ı, Hürrem Sultan’ı ve Kanuni’yi,
Sadri Alışık’ı, Hüsnü karekterinde birlikte uğradığımız hayal kırıklığını ve bir hususi araba ile atlas yorgan, sırmalı fistan uğruna Hüsnü’yü terk eden Müjgan’ı.
Unutulmaz müziğiyle Love Story filmini.
Elizabeth Benneth ve  Bay Darcy ile Aşk ve Gurur’u. 
John Lennon ve Yoko Ono, Jane Birkin ve Serge Gainsbourg,  Romy Schneider ve Alain Delon, Elizabeth Taylor ve Richard Burton, Frida ve Diego, Arzu ve Kamber, Kate Moss ve Johny Depp.
Geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran ve aşklarına pek çok kişiyi sığdıran, fakat bugün Paris’te üzerinde ikisinin isminin yazılı olduğu  aynı mezarı paylaşan Simone de Beauvoir ve Jean Poul Sartre’ı.
Ahmet Arif ve Leyla Erbil’i, Yusuf ile Züleyha’yı.
Yıldız Kenter ile Şükran Güngör’ü.
Kafka’nın Milena’sını,
Ve Nazım’ı,
Nazım’ın satırlarından aşkı, Nazım’ı ve Piraye’yi hatırlayalım.
Elbette unuttuğumuzdan değil, takvim yaprakları Haziran’ın ilk günlerinde bize onu hatırlattığı için.
Evrensel bir şairi, insanlığın büyük şairini, Türk Edebiyatının mavi gözlü devini Nazım Hikmet Ran’ı hatırlayalım.
Onun satırlarda ilk gençliği
Şiiri ve aşkı,
Hasreti, hürriyeti ve ümidi.
Memleket sevdasını.
Çocukları ve umudu.
Hayat hikayesi, tartışmalı kimliği, aşkları, tutsaklıklığı, hasreti, sevdası ve ürettikleriyle, yaşamak, direnmek ve mücadele etmek söz konusu olduğunda gösterdiği iradeyle yeniden hatırlanmaya ve okunmaya değer.
Bugün çok sayıda yazar ve şair gibi kopyala yapıştır aforizmayla, alıntıyla, yanlış ezberle tanınsa da,
Benim ve yaşıtlarımın ilk gençlik yıllarında hepimizi etkisi altına alan bir dönemin en güçlü isimlerindendi o.
Aşk bugünün dünyasına ‘yengeniz heyecanlı, düştü.’ şeklinde evrildi.
Kavramlar değişti. Ölüm gibi şeyler oldu ve fakat hiç kimse ölmedi neyse ki.
Karşılığında kaç karat pırlanta aldığınızla ölçülen, kolay ulaşılabilir, hızlıca tüketilebilen, sevginizi, aşkınızı ve bağlılığınızı sloganlarla size duyuran karşı konulmaz kampanyalara dönüştü.
Birini sevmek aynı hızda düşmekle eşdeğer. Bugün ev ne kadar boşsa her şey o kadar heyecanlı.
Dolayısıyla bugün Nazım’ı okumak modern insan için pek mümkün ve anlamlı olmayabilir.
Ben her daim nasıl yazıldığına şaşırıp hayretle ve hayranlıkla okudum şiirlerini, dünden bugüne.


Kurduğu tek cümleyle yazdığı destanı;

‘’Yok edin insanın insana kulluğunu.’

Yaşım kırkı geçiyor artık. Şimdi çok daha anlamlı buluyorum;

‘’Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…’’


Yaşım kırkı geçiyor ve hâlâ hatırladığıma, nasıl unutmadığıma şaşırıyorum. Şaşırmak benim neslim için bir ata sporu bugün. Olan biten her şeye, mütemadiyen şaşırmak.

Jean Paul Satre ‘Nazım Hikmet’e saygı’ başlıklı yazısında dediği gibi;

‘’Durup dinlenmeden nöbet tutan bir insanın eserleri, ölümünden sonra da sizin için aynı işi yapıyor.’’

Otobiyografisinden bir bölümle;

‘’Kimi insan otların  kimi insan balıkların çeşidini bilir
                                       ben ayrılıkların.
 Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
                                      ben hasretlerin.‘’


 Piraye’ye yazdığı bir satırla;

‘’Piraye gel, sana muhtacım.‘’

Hep yeni bir şey okur gibi, bıkmadan usanmadan okumak onu;

‘’Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
Ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin.’’


Satırlarındaki aşkın gücüyle büyülenmek;

 ‘’Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim.
Başım ağır
dizlerim parçalanmış
üstüm başım çamur içinde
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.’’


Yeniden, yeniden ve yeniden hatırlamak;

‘’Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.’’

Pablo Neruda’nın ‘Nazım’a Bir Güz Çelengi’yle;

‘’Sana Şili’nin kış krizantemlerinden bir demet
sunuyorum.
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan.
Halkların kavgasını ve kavgamı benim.’’

Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya,
Teşekkürler Nazım, o ateş için.
Yaralar ve ışıklar içinde parlayan yüreğin için.
Şiirlerinle tutuşturduğun için.

Melike Güngörer
 

Yorum yok

Yorum Yazın