05 Ara Benim Fotoğrafa İhtiyacım Var!
Geçtiğimiz günlerde hayatımda öncesi ve sonrası diye yer edecek bir olay yaşadım Sonrasında da epeyce düşünme zamanım ve ihtiyacım oldu. Yaşadığım olayın detayıyla iç karartmaya gerek yok ama alınan dersler hepimize bir yerlerden dokunur kanaatindeyim.
Efendim, bu fotoğraf denen mefhumun Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi ile bir alakası olmalı. Bilirsiniz en altta hayati ihtiyaçlarla başlar, bireyin hayattaki yolculuğuna bağlı olarak daha sofistike bir hal alır. Piramidin üstlerine doğru olan maddelerden biri tam da benimle fotoğraf arasındaki ilişkiyi tanımlıyor; “kendini gerçekleştirme” . Tam bu noktada diyorum ki “fotoğraf bir ihtiyaçtır” . Hatta haddimi zorlayarak “sanat bir ihtiyaçtır” diyor, rotayı tekrar fotoğrafa, sokak fotoğrafçılığına çeviriyorum.
Fotoğraf bir iletişim dilidir ifadesini eksik anlamışım. Hep fotoğrafçının mesajını karşısındakine (izleyiciye) ulaştırma kaygısı olarak düşünmüştüm. Oysa bir anlamını daha farkettim ki o beni çok daha fazla ilgilendiriyormuş; “fotoğrafçının kendisiyle konuşması, iç dünyasıyla iletişime geçmesi” Aslında biraz daha genelden bakınca tüm çektiğimiz fotoğraflar bizi bize anlatan kocaman bir yapbozun parçaları. Hepsi bir araya gelince de devasa boyutta bir otoportre oluşuyor. Fotoğrafçı deklanşöre her bastığında kameranın önündekini değil arkasındakini çeker. Yeter ki bir güvenlik kamerasının görüntü kaydetme mekaniğinde hareket etmesin, bu tuzağa düşmesin. İşin içine “yürek” girince zaten fotoğraf da içsel bir yolculuğun dışavurumu oluyor.
Fotoğrafın iletişim misyonunun diğer konusu da mesaj vermektir. Tabii mesaj vermekle ayar vermeyi karıştırmamak lazım. Doğru mesajı vermek için önce tanımak, anlamak, sindirmek gerekiyor. Benim için bunun yegane yolu -iç sesimle de olsa- konumla konuşmaktır. Bu bazen oltaya takılmış balıktır, bazen de yüzyıllara direnen binalardır. Ama en çok da İstanbul’un kendisidir. Sırf bu konuşma, tanıma, anlama hevesiyle Süleymaniye’deki kuru fasulyecileri öğrendim, Sirkeci’deki Rumeli Köftecisini, Tahtakale’deki Asi Künefeyi… İstanbul’u tanıma sindirme gayretime biraz da lezzet eklemiş oldum. Neyse ki sokak fotoğrafçısıyım, bolca yürüyorum.
Sözüm ona hepimiz modern dünyayı yaşıyoruz ya… ‘Ne kadar iyi bir şey’ biraz tartışmalı. Öyle olsa herkes yaz tatilinde kendini denize doğaya atar mı hiç? İşte benim her fotoğrafa çıkışım o yaz tatilleri coşkusunda. İçim kıpır kıpır boynuma makinayı asınca, vapurun keyfi başka güzel… Belki birkaç martı da poz verir. İskeleye yanaşınca Eminönü’nün yolcusu farklı, Karaköy’ün yolcusu farklı. Üstelik her gün böyle. Acaba dün neler kaçırdım, yarın neler çekeceğim? Bu çocuksu heyecanlar ve meraklar içinde kim bilir kaç defa Karaköy’de inmeyi ıskalayıp Eminönü’ne gittim. Olsun varsın! Galata Köprüsü’nü yürümek için bir fırsat. Bitmedi ki çekeceklerim, doyamadım, kanamadım. Aman sakın sizler o köprüyü öyle boş, hissetmeyen adımlarla ezip geçmeyin. Her adımınızda buluşmanın, kavuşmanın, en azından tanışmanın heyecanı olsun.
Ölmeden önce yaşamak lazım diyorlar… Yaşamak için de rutine meydan okumak! Elinizde bir fotoğraf makinası varsa bu oldukça kolaylaşıyor. Mesela, değiştiriverin enstantane değerini; bir anda birer birer caddeden geçen arabalar başı sonu belirsiz uzayıp gitsinler. Belki de diyaframı değiştirirsiniz, o zaman da tramvay mahşeri kalabalıkta net görünen tek objeye dönüşür. Kim bilir belki de makinanızı bisikletliyi takip edecek şekilde hareket ettirirsiniz; o zaman da “hooooop” kayboldu kocaman Süleymaniye Cami… Görünen sadece hızla giden bisikletli. Üstelik bu sahnelerin hepsi, her gün, her gidişinizde orada ve rutini bozmanızı bekliyorlar. “İyi ama sen de bunları rutine bağlamışsın” sesleri geldi sanki aralardan… Hemen cevap vereyim. Caddede akıp giden her araba rengiyle, modeliyle, ışık şartlarına, mevsime göre başka şekil alıyor. Tramvay yolcuları, önündeki arkasındaki kalabalıklarla, günün hangi saatinde olduğumuza göre farklı görünüyor. Bisikletliler mi… Bazen kalp yapanı da oluyor, baş parmağı ile “ok” diyeni de… Hiç ama hiç aynısı bir daha çekilmiyor.
İster iletişim, ister kendini gerçekleştirme, ister rutini bozma ya da günübirlik heyecanlar… Bunlar ve varsa ıskaladıklarımı düşününce diyorum ki; “benim fotoğrafa ihtiyacım var!” . Daha iyi, daha donanımlı, farkındalık sahibi “beni” oluşturabilmek, benden bir şeyleri sonraya taşıyabilmek, bırakabilmek için, bir üst “level” beni gerçekleştirebilmek için… Asıl soru şu; sizin neye ihtiyacınız var?
Sıhhatle, mutlulukla bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Hakan Yaşar, Aralık 2020
Bogazda
10 Aralık 2020 saat 16:20Yeşim hanım teşekkürler, Başarılarınızın ve yazılarınızın devamını dilerim 🙂
Yeşim MUTLU
13 Aralık 2020 saat 10:26Değerli yorumunuz için çok teşekkürler.