17 Şub Ayla ALGAN olmak…
Hayal defterim vardır benim. Fotoğrafını çekmek istediğim, gitmek istediğim yerleri yazdığım ve gerçekleştikçe üzerini çizdiğim. Hiç ummadığım an da ummadığım bağlantılar bana hep güzel insanları getirir. Bazen ben bile şaşar kalırım bu duruma. İşte yine öyle bir dost sayesinde Ayla Algan çekiminde buldum kendimi. İyi ki çektim, iyi ki yaşadım ve iyi ki istedim bu yaşamı…
Ayla Algan olmak, kendim olmak demek!
Karşımda 74 yaşındayım diyen ama genç kız heyecanıyla yaşayan dev bir sanatçı. İçeriye girdiği andan itibaren sımsıcak enerjisi, muhteşem sesi sarıyor etrafımızı. Oysa amcasının cenazesinden geliyor. Moralinin bozuk olmasını bekliyor insan doğal olarak. Ama o bize amcasından yaşadıklarından kesitler sunuyor. Nasıl bir güzellik duruluk anlatamam. Çocuklar çok kötüyüm, makyajım yok saçım kötü bu halde çekmeyin beni hay hay diyorum hemen. Sonra röportaj için gelen arkadaşlarımdan biri makyaj malzemelerini veriyor iki dk içinde bir kalem bir far az allık ve kapatıcı ile karşımda muhteşem bir yüz. Onun makyaja ihtiyacı olmasa da koskoca sanatçı. Kapatıcıyı sürerken burunun yanlarına sürmek gerekiyordu hay Allah diyor sonra da yok yok o tiyatrodaydı TV de fotoğraf da burun üstüne. Şaka gibi ama inanılmaz.
Çakılmış kalmış halde izliyorum onu. Uzaktan çek bir bakalım diyor. Tamam, olur ben sonra da gelir çekerim sizi diyorum. Bakalım diyor ben flash vb kenara fırlatıp doğal hallerini çekmeye başlıyorum. Sen buna şimdi flü flü de yapar beni tuhaflaştırırsın istemem senin flülerini diyor. Flüler photoshop oluyor Yok diyorum yapmam en iyi halinizi yakalayıp çekeceğim. 1,5 saat boyunca röportaj sürüyor. Ben hem konuşmalara katılıyor hem de anılarımızı çekiyorum. O kadar yüce gönüllü bir sanatçı ki. Eh boşuna insan Ayla Algan olmuyor.
Klasik soruları sormuyor kimse. O nereli olduğumuzu soruyor. Üç kişiden ikisi Çanakkaleli (biri ben oluyorum) olunca konu hemen Assos’a geliyor. Çocuklar yazın oradayım yazlığım orada ah şimdi orada olsak diyor. Söz veriyoruz yazın birlikte kahve içeceğiz antik topraklarda… Giritli Göçmen baba, ressam annenin tek kızı. Çocukluğundan başlıyor anlatmaya günümüze yaşadıkları film gibi gözümüzün önünden akıp geçiyor. Bir tiyatro var önümde. Kimi zaman çocuk oluyor çocuk Ayla’nın annesinin ressam ve heykeltıraş arkadaşları ile yaşadıklarını anlatıyor. Çok ünlü ressamların kendisini çizerken yüzüğümü de çizdin mi diye sorduğunu anlatıyor. Dans tutkusundan bahsediyor. Büyüdüğü ailenin gırgırlığına yanlarında çalışan matmazelin sertliğinin nasıl eklendiğini anlatıyor. Evde ki camların, bardakların ses çıkartmak için nasıl oynadıklarını anlatırken çocuk oluyor. Omuzlarını yukarı çekiyor bak çek bunu diyor bir daha göremezsin çekiyoruz gülüyoruz unutulmaz bir an.
Tiyatro hayatının ses ile nasıl birleştiğini konuşuyoruz. Araya binlerce kelime, konu giriyor. Eğitim verdiği isimlerini söylediği ama soyadını atladığımız çok kişi oluyor. Lehçeden lehçeye geçiyor muhteşem kadın. 1965 yılında yaşlı bir kadını canlandırdığı Fizikçiler oyunun da alnını kırıştırmak için nasıl çalıştığını şimdi ne kolay oynardım deyişini unutamayacağım sanırım. İşte bu anın fotoğrafı…
İlk sahneye çıkışından Zeki Müren’den bahsediyoruz. O da tiyatro oynar gibi söyler şarkılarını diyor yad ediyor. Sadri Alışığı nasıl sevdiğinden bir film daha çekme şansımız olsaydı keşke diyor gözleri doluyor.
Perşembe günü katılacağı sosyal sorumluluk projesinden bahsediyor. Görme engelli çocukların karanlıktan korktuğunu ve onlara dokunarak heykel çalışmaları yaptığından bahsediyor susuyoruz. Kendi adıma sosyal sorumluluk projelerimden bahsediyorum aferin sana diyor devam et bizim gibi insanlara ihtiyaç var kim ne derse desin diyor.
Spor yapamadığından şikâyet ediyor, yoga ve düşünce gücünün hayatındaki önemini konuşuyoruz. Hayatında ki vazgeçilmezinin tüm anneler de olduğu gibi kızı olduğunu söylüyor hemen. 75 doğumluymuş kızı. Anne deyince yine kendi annesi geliyor aklına yine susuyoruz. Sonra ölümden bahsediyoruz. Alzheimer hastalarına nasıl yaratıcı drama verdiklerini ve diğer 65 yaş üstü kişilere ölüm korkusunu yenmek için tiyatro ve dans düzenlediklerini anlatıyor heyecanla. Ona göre ölmek korkusu korkutuyor insanı yoksa ölümden korkmuyor o her gün için yaşıyor. Tek derdi yetişememek. Yapacak o kadar çok işi var ki… Amcasını anıyoruz az önce Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verdiği. Diyor ki bir kişi anılmadığı zaman gerçekten ölüyor. Babaannemin böreği deriz mesela. Sanki başka kimse börek yapamıyor. Orada babaanneyi anıyoruz ölümsüzleştiriyoruz. İşte amcama helva yapmayalım pasta yapalım dedim diyor akrabalarına bir de caz dinleyelim. En sevdiği pasta yerken caz dinlemekti diyor. Düşünün artık hayat devam ediyor.
Ekol Drama Evinde biri içeri giriyor diğeri çıkıyor. Herkese eksiksiz gülümsemesiyle cevap veriyor, yetişiyor. Zaman akıp gidiyor buraya yazamadığım unutulmaz anlar ben de saklı kalıyor.
Hayatına, yaşadıklarına, anılarına sonsuz saygıyla teşekkür ediyorum. Teşekkürler Ayla Algan…
Yeşim Mutlu
Açalya Heeren
03 Eylül 2010 saat 06:56Böyle büyük bir “değer” ile tanışmış olmak ne güzel bir mutluluktur kimbilir.
Hatırlıyorum, ben çocukken, ailecek TV’de bir film izlerken filmdeki ana karakterlerden birine sesi veren Ayla Algan’ı hemen farkeder ve “bu sesi Ayla Algan’dan başka kimse bu kadar iyi veremezdi” derdi. Ta çocukkenden gözümde Ayla Algan hep böyle mükemmel bir yere oturmuştur.
Gözlerim dolu dolu okudum, çok güzel bir yazı olmuş Yeşim.
Seni seviyorum Ayla Algan, seni de Yeşim.
admin
04 Eylül 2010 saat 06:24Çok ama çok özel bir an olduğu kesin. Bu anlarda bana bir farklılık geliyor ki sorma 🙂 Ama hep harika anlar oluyor. teşekkürler Açalyacım ben de seni seviyorum gelince inşallah kahve ve bol sohbet