Açı sabit, hayalgücü sınırsız!

Daha önceki senelerde çok yapmışlığıma rağmen bu sefer “eeee… ne olmuş ki, takvimde sadece bir gün değişti?” yavanlığına hiç giremeyeceğim. Oldukça uzun ve beklenmedik olaylarla dolu 2020’nin ardından hayata bakışlarımız sanırım bir miktar değişti. Madem yeni bir yıl geldi; o zaman değişim rüzgarları yelkenleri doldurmaya devam etsin. Fotoğraf maceramızda da yeni oyun başlasın. İlk değişim çekim alışkanlıklarımızdan biriyle başlasın; mümkünse lensi, değilse açıyı sabitleyelim.

Ben bunu yıllardır yapıyorum diyenler için yazının devamı -bilgilerini pekiştirdikleri keyifli bir pazar okuması olacaktır. Ama denememiş ya da deneyip erken havlu atanlara epeyce ilham verici olacağını düşünüyorum.

Yine önce teknik bilgileri bir tazeleyelim. Lensler, odak uzaklıklarına göre ikiye ayrılırlar; sabit odaklı ve değişken odaklı lensler. Sabit odaklı lenslerin zoom yapma kabiliyeti yoktur (mu acaba?). Hep aynı açıda çekerler; 24mm, 35mm, 50mm… gibi. Özellikle 50mm f:1.8 lensi, daha ilk acemilik dönemlerimizde portre lensi diye üç otuz paralara alıp çantamızın daimi aksesuarı durumuna hangimiz getirmedik? Gerçi -maalesef- en az kullanılan ekipman sıfatını da yine bu lens hep üzerinde taşımıştır. Belki bu yazıdan sonra makus talihi değişir sizler için. Tekrar altını çizeyim, bu yazıda ana fikir sabit lensten öte sabit açıda çekebilmek… Sabit odaklı lenslerin doğal işlevi bu olduğu için böyle bir giriş yaptım. Bir de değişken odaklı lensler var; onlarla zoom yapabiliyor, yerimizden kalkmadan istediğimiz konumuzu kadraja sığdıracak kadar yaklaştırabiliyor ya da uzaklaştırabiliyoruz. Değişen odak uzunluğuna göre fotoğraf makinasının gördüğü dünyanın açısı da değişiyor.

Gelelim konumuza… Az çoktur! Fotoğraf makinası dünyayı üzerine takılı lensin odak uzunluğunda görür, aynı bizim gibi; hep aynı açıda. İşte fotoğrafı biraz da öyle çekelim. Kesinlikle zorlayıcı olacak başlangıçta, %1500 garanti ederim. Hatta çoğu zaman da o hayal kareler kaçabilir. Tabii ki bunlar ilk başlangıç sürecinde yaşanacak sıkıntılar. Hatta bu yazıdan ilham alıp deneyenler ilk birkaç hafta ya da 1-2 ay boyunca bana sağlam saydırabilir de. Ama sonrasında teşekkürlerinizi göndermeyi de ihmal etmeyin. Az çoktur diye başladım ya… Önce konuya yaklaşma ya da uzaklaşma işini lensle yapma alışkanlığından vazgeçmeniz gerekecek, sonra da dünyaya sadece bir tek kadraj genişliğinde bakmayı, görmeyi öğrenmeniz gerekecek. Değişken açı lenslerle gelen lüksü geride bırakıp konfor alanınızı terkedeceksiniz. Neredeyse iyice minimumlarda kalacaksınız. Kaçacak, uzak kalacak, dar gelecek… Ama kendinize bir şans verin ve sabırla inatla devam edin.

Yazının bundan sonrasında sabit açıdan 35mm diye bahsedersem aman yanlış anlaşılma olmasın, bu benim gözbebeğim gibi değerlaçı. Ama bu herkese göre değişir; 16mm, 24mm, 50mm, 85mm… Hatta 135mm (bayılırım 135mm’ye). Her birimizin bu konuda daha mutlu hissettiği açı farklı.

Makinanın önüne 35mm lensi takınca biliyorum ki dünyayı sadece o açıda görüp, çekeceğim. O zaman bakışlarımı, algımı buna uyumlandırmam gerekiyor. Sırf bunu öğrenmek için geçmişte yaptığım bir pratiği paylaşayım. Olduğum yerde çıplak gözle ortama bakardım, sonra da makinanın vizörü ya da LCD ekranından aynı ortama bakardım. Kadrajın sağından solundan, üstünden altından nerelere kadar görülüyor, nerede kenarlara gelmiş bunu kontrol ederdim. Bunu yaptıkça benim gördüğüm dünyayla makinanın gördüğü arasındaki farklılığı anlayıp, mümkün olduğunca makinanın gördüğünü tahmin ederdim. Bu ne kazandırdı? İnanamayacağınız ölçüde bir görme disiplini sağladı ve daha makinayı gözüme götürmeden nasıl bir kadraja sığdıracağımı bilerek fotoğraf çekmeyi öğrendim. (Başarı hikayesi yazmak eğlenceli ama arada kaçan zilyon kareyi de saygı, sevgi ve minnetle anıyorum).

Sabit odaklı lenslerde zoom (yakınlaştırma, uzaklaştırma) özelliği yoktur. İyi de fotoğrafçıyız biz, kayanın üzerine inşa edilmiş deniz feneri değil. Konuyu daha yakından mı çekmem gerekiyor, o zaman hadi atalım 3-5 adım o tarafa, daha uzaktan mı çekmem gerekiyor, o zaman da 3-5 adım geriye. Bu şekilde sadece konunuzla olan mesafeyi değiştirmekle kalmazsınız, aynı zamanda bakış noktanız değişeceği için fotoğrafınızı çok daha iyi kadrajlarda çekebilirsiniz. Ayrıca bu 3-5 adımlar gün sonunda hatırı sayılır rakamlara ve yakılan kalorilere de dönüşüyor. Formuna dikkat edenlere faydalı bilgi 🙂

Sabit odaklı lenslerin bir avantajı da daha geniş diyafram değerlerine sahip olabilmeleri (literatürde hızlı lens de deniyor). Mesela benim 35mm lens f:1.4 diyafram değerine kadar açılabiliyor. Bu sadece netlenen bölge dışındaki alanı netsiz bırakmaya (popüler ifadeyle “uçurmak”) yaramıyor. Öncelikle, İstanbul gibi kalabalık bir şehirdeki sokak fotoğraflarında kısıtlı net alan derinliği (teknik terimleri çok kullanınca daha zeki görünüyormuşum) kullanımı kadrajda katmanları oluşturmada çok faydalı oluyor. Konunun, ön plan ve/veya arka plandan netsiz görünerek ayrılması fotoğrafa derinlik de verir. Bu tek başına uzun bir konu, bir virgül koyup devam ediyorum. İleride daha detaylı paylaşmam yerinde olacak.

Geniş diyaframlı lensler (f:1.4, f:1.8, f:2.8), düşük ışık şartlarında bile hızlı enstantane değerlerinde fotoğraf çekmeyi mümkün kılar. Özellikle şehrin 24 saatini çekmeye talip fotoğrafçı için bulunmaz nimettir. Akşam ya da gece, düşük ışık şartlarına rağmen çok keyif verici kareleri çekmek mümkün olur.

Tabii ki tek lensle (benim için 35mm olmuştu) dünyaya bakma, fotoğrafı bu açıda çekme disiplini oturunca, çantaya sadece makinayı ve ucuna takılı lensi yerleştirip fotoğrafa çıkmak gayet pratik oluyor. Yanınıza ne alacağınızı düşünmeden ve nasıl bir kadrajda dünyayı göreceğinizi bilerek. Fotoğraf, çekmeden önce başlar… Bu tip alışkanlıklar kafa olarak fotoğrafçıyı hazır hissettirir. Yoksa hepimiz aynı gök kubbenin altında, aynı güneşten aydınlanıp, aynı yağmurlarda ıslanıyor ve hemen hemen birbirine benzer ekipmanlarla çekiyoruz. O yüzden konunuza, fotoğrafın kendisine odaklanın, ekipmana değil.

Sözün özü, daha iyi fotoğraflar çekmek, hatta daha iyi hissetmek için; konfor alanlarımızı geride bırakmak, -ekipman ve kafa olarak- dağılmamak, azaltmak, kendimize yaratıcı sınırlar, kısıtlamalar koyarak ilerlememiz gerekiyor. Bizi sınırlayan her şey çözüm oluşturma konusunda arayışın, gayretin kapısını açıyor. Hazır 2020’nin bizi kısıtlamalarından dolayı bu konuya epey şerbetli hale gelmişken şimdi tam zamanı… 2021’de kendimizin daha iyi bir versiyonunu oluşturmak için azaltarak çoğalalım.

Sıhhatle mutlulukla bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Hakan Yaşar, Ocak 2021

Yorum yok

Yorum Yazın