Temel Hak Pazarlık Konusu Değildir

Sorgu sualden yorulduğumuz, sosyal normların zirve yaptığı köhne zamanlardayız. Sorsan adımız “aydın kesim,” ama daha çok karanlıkta kalmış bir hâlimiz var. Sıfat tamlamaları omzumuza ağır yükler bindirmiş; kendimizden çok başkalarını tanıma fırsatı bulmuşuz. İyi mi? Bu yorgun bedenler, “yapılması gerekenler” listesi başlığı altında görev tanımları arasında mekik dokumuş…

Kadın hakları denince sosyal medyada nutuklar atılıyor, vitrinler pembe balonlarla süsleniyor, eşitlik temalı etkinlikler düzenleniyor. Her 8 Mart’ta kadın hakları, ezberlenmiş klişe laflardan ibaret bir güne dönüşüyor. Oysa gerçekte kadınlara yönelik ayrımcılık canlı: İş yerinde yükselme şansı düşük, evde yük fazla, siyasette temsil az. Kadın hakları bir lütuf değil, olmazsa olmazdır. Ne yazık ki kanun koyucular, STK’lar ve bazıları bunu bir “ayrıcalık” gibi sunuyor. “Pozitif ayrımcılık” söylemiyle eşitlikten sapılıyor, esas mesele örtbas ediliyor.

Kadın eli olması gereken her yerde, ne hikmetse o elin engellenmesi için görünmeyen duvarlar örülüyor. Kadınlar oy kullanıyor ama karar alma mekanizmalarında yok sayılıyor. “Aklın cinsiyeti yoktur” ilkesi, birçok yerde gerçeği anlamsız kılıyor. Bu durum, demokrasilerin en büyük paradoksu. Kadına yönelik şiddet ise bireysel değil, sistemik bir sorun. Yasalar ve uygulamalar yetersiz; şiddete uğrayan kadın çoğu zaman yalnız bırakılıyor. Koruma kararları kâğıt üzerinde kalıyor, gerçekler ise bambaşka sonuçlar doğuruyor.

Kadın hakları, temel insan haklarının savunulmasıdır. Kadınlara “ayrıcalık” tanımak değil, hak edileni teslim etmektir. Toplum olarak samimi değiliz: Konuşuyoruz ama dinlemiyoruz, yasalar çıkarıyoruz ama uygulamıyoruz. Gerçek değişim için yüzleşmek, hesaplaşmak ve cesur adımlar atmak şart. Kadın hakları ertelenemez, öncelik sırasına konamaz. Toplumun gerçek yüzü, kadınlara davranış biçimiyle ölçülür. Kültürel kodlarla beslenen toplumsal cinsiyet rolleri, kadınların sesini kısmaya çalışıyor. Oysa kadınlar yalnızca ailelerin değil, toplumların geleceğidir. Güçlü kadın, güçlü toplum demek. Bu yüzden her bireyin, özellikle erkeklerin, bu mücadelede sorumluluk alması elzem.

Teknoloji çağında uzaya çıkılıyor, yapay zekâ hayatımıza yön veriyor; ama kadınların temel mücadelesi hâlâ sürüyor. Kadın haklarının bugün bile tartışma konusu olması, yüzyıllık bir problemin varlığını kanıtlıyor. Zihniyet değişmedikçe hiçbir şey değişmeyecek. Yasalar yetmiyor; zira zihniyet dönüşmediği sürece sistem, kadınları yeniden mağdur ediyor. Koruma kararı aldıran bir kadının birkaç gün sonra öldürülmesi, sistemin çöktüğünün göstergesi. Kadın savunucularının mücadelesi romantize edilemez. Kadınlar hayatını kaybediyor, şiddete uğruyor; ses çıkarırlarsa hedef oluyor. Kadınların temel haklar için savaşmak zorunda kalması, modern toplumun ayıbıdır.

“Kadınlarımız,” “ana-bacı-kardeş” söylemleriyle romantize edilen bir nesne veya “namus” sembolü değil. Kadınlar, erkek onayıyla var olan varlıklar değil; insanlığın yarısıdır.

Muhalefet olduk birbirimize, sonra gözyaşlarıyla barıştık. Özgür ruhumuz, etki-tepki yasasını anlamadı. Otoritemiz sarsıldı, kendimize sorular sorduk:

“Ben bunu kadın olarak hak edecek ne yaptım?”

Makbule Nur Kurtul

Makbule Nur Kurtul Hakkında

1989 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. Koç Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldu. İSKUR Holding Yönetim Kurulu Üyesi olarak iş dünyasında aktif rol almaktadır. Aynı zamanda DOSXX Giyim markasının kurucusu ve sahibidir. Edebiyat dünyasında da üretken kimliğiyle öne çıkan yazar; Son BaskıLem ve Why Anasını adlı kitapların yazarıdır. Eğitim hayatına hâlen devam eden yazar, Bahçeşehir Üniversitesi İngilizce Sosyoloji lisans programında öğrenim görmektedir.

Yorum yok

Yorum Yazın