
17 May Eşitlik değil, sessizlik büyüyor
1 numara yok derken başımızdan geçen işlere, binbir suratlı insanlarla yüz göz olmamız içten bile değil. Bu yeni model zindan hayatlarımızda, bizi esir alan “olmazsa olmazlarımız” olsa gerek. Hayatımızı şekillendiren kalıplar… Ah, o kalıplar! İnsanoğlunu mengenelerde şekilden şekle sokan işte o “olmazsa olmazlar”. Fabrikadan çıkmış tekdüze insanlar formatı, yeni çağın handikapı.
Toplumsal cinsiyet eşitliği denildiğinde akıllara yalnızca iş hayatı veya kadın hakları geliyor. Oysa bu, hayatımızın her alanında karşımıza çıkan bir gerçek:
Evde, okulda, işte, medyada, hatta günlük alışkanlıklarımızda bile cinsiyet rollerinin izleri var.
Toplumsal cinsiyet eşitliği demek; herkesin kendisi olabildiği, yeteneklerinin peşinden gidebildiği ve sesini korkmadan çıkarabildiği bir yaşam demektir. Kadınların yalnızca “eş” veya “anne” rolleriyle sınırlanmadığı, erkeklerin “güçlü görünme” baskısı altında ezilmediği bir toplum… Cinsiyet eşitliği bir hedef değil, bir yol ve süreçtir.
Hep birlikte atılacak küçük adımlar, büyük dönüşümlerin habercisi olabilir. Unutmayalım: Kadın ya da erkek değil; önce insanız. Her insan eşit doğar, eşit yaşamalıdır. Yüzyıllardır süregelen geleneksel kalıplar, kadınları eve, erkekleri sokağa hapsederek roller biçti. Oysa kadın bilim insanı olabilir, erkek hemşire; baba çocuğa bakabilir, anne geçim sağlayabilir. Her sabah aynaya baktığımızda kimimiz kravatını düzelten erkek, kimimiz saçını tarayan kadın olarak başlarız güne. Ama aynada göreceğimiz ilk şey insan olmamızdır. Toplumsal cinsiyet dediğimiz şey, tam da bu bakış açısıdır.
Cinsiyet, bir bireyin yeteneklerini veya hayallerini belirleyen kıstas olmamalı. Bugün hâlâ kadınlar, yalnızca “kadın” oldukları için geri planda kalıyor; erkekler “duygularını gizle” baskısıyla sert ve güçlü olmaya zorlanıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği yalnızca kadın haklarıyla sınırlı değil. Bu, daha adil, özgür ve sağlıklı bir toplumun püf noktasıdır. Cinsiyetten bağımsız eşit haklar, yalnızca kadınları değil, erkekleri de özgürleştirir.
Örnekler:
– Ev işlerini yapanın her zaman kadın olması,
– Ağlayan erkeğe “Adam gibi ol!” denmesi,
– Çocuklara mavi ve pembenin cinsiyete göre dayatılması…
Bunlar, bizi küçük yaştan itibaren sınırlayan şablonlardır. Bu şablonlar, bireyi baskılar ve potansiyelini köreltir. Kız çocuğu futbol oynayabilir, kadın futbol hakemi olabilir, erkek balerin olabilir. Yaşamda her şey, insanın becerileri ve yetenekleri için vardır. Toplumsal cinsiyet eşitliği tam da bunu gerektirir: Kadın ya da erkek fark etmeksizin, herkesin eşit haklara sahip olması.
Eşitlik için yasaların değişmesi yetmez; zihinlerin ve bakış açılarının dönüşmesi gerekir. Kalıplardan kurtulmak, farklılıklara saygı duymak ve her bireyi değerli görmekle başlar her şey. Daha adil bir toplum istiyorsak, cinsiyet eşitliğini kavram olarak değil, yaşam biçimi olarak benimsemeliyiz. Bazıları bunu “tehdit” olarak görüyor. Oysa bu, yüklerin paylaşılması ve yaşama ortaklıktır.
Düşünün:
– Bir erkek ağladığında, “Erkek adam ağlamaz!” deniyor. Oysa gözyaşı, insana ait bir duygu.
– Kadınların her zaman “nazik” veya “uslu” olması bekleniyor. Oysa o istediğinde yüksek sesle gülebilir, futbol izleyebilir, ofsaytı bile bilebilir!
Toplumsal cinsiyet eşitliği, hayatın yükünü adilce bölüşmektir. Kahveyi herkes yapabilir, çöpe herkes atabilir. Kadın da insan, erkek de insan. Diğer her şey, bu koca yaşamda birer ayrıntı.
Cinsiyet eşitliği bir kadın meselesi değil, insan olma meselesidir.
Makbule Nur Kurtul
Yorum yok