Tuvalette süt sağdınız mı hiç?

Yazının orjinali Yonca Tokbaş Hürriyet kelebekten alınmıştır.

Ofis tuvaletlerinde süt sağarak oğlumu 7 ay emzirdim. İki toplantı arası kan ter içinde tuvalete girerdim; elimde süt sağma makinesi, sütler birikmiş, memeler olmuş taş.

O daracık, nefes almanın üçüncü dakikadan sonra imkansız hale geldiği, hijyen dışı ortamda süt sağardım dakikalarca oğluma. Alet pilliydi. Bir kere pili bitti, kaldım mı öylece çaresiz! Küfür etsem, bağırsam, cinnet geçirsem kaç yazar? Cepten ofisi aradım: “Ben burada bu şekilde kaldım. Çıkamıyorum (sütler akıyor diyemiyorum). Bana aşağıdan pil alıp getirmeniz mümkün mü? Lütfen n’oolur…” Sütler bebeğime yarayacak diye manyakça çırpınırken ben, elim süt torbasına çarpınca hepsi dökülmez mi bir de! Ay ne ağladım o gün anlatamam.

Tuvalette bi başıma, zavallı halime, anneliğime, giden sütlerime, emeğime ağladım. Kızım ateşlenir veya durup dururken birinin gözü şişer. Çocuk işte. Toplantının ortasında telefon gelir, yardımcımız “Koş Yonca!” der, en büyük patron karşımda, ben sunum yapıyorum sözüm ona, başlarım titremeye, ha deyince çıkamazsın ki işten! Çıksan da zaten bitmişsindir.

Herkesin suratında o “Yine mi çocuk!” bakışı, izin alınca birilerinin arkandan sanki seni kayıran varmış da sanki çok ballıymışsın kokan tavrı, yüreğinde bin bir vicdani sızı düşersin ev yoluna, yolda doktordan randevu almak için yalvara yalvara.

Okuldan rengarenk boyanmış eğri büğrü yazılarla yazılmış bir kart gelir: “Şu gün şu saatte okulda gösterimiz var seni de bekliyoruz Anne!” yazar üstünde. Aman nasıl da güzel bir davetiye; güzel kızım, aslan oğlum kendileri hazırlamışlar. İçim erir daha o saniye. Haydi yine izin almam lazım, yine bunu telafi etmek için kendimi paralamam lazım, surat çekmem, açıklama yapmam, ıkınmam sıkınmam lazım. Oysa nasıl da gitmek istiyorum çocuklarımı seyretmeye! Kime nasıl anlatsam ki derdimi?

Okul yılı boyunca bin kere oluyor bu, bin kere!

Bazen dönüp okula: “Çalışan anne sürekli izin alamaz. Lütfen şunu akşam geç veya cumartesileri yapın ya da biriktirip dönemde 1 kere toplu gösteri yapın da, her seferinde şu gösteriyi işten atılıcam korkusuyla çabucak bitmesini dört gözle bekleyerek seyretmeyeyim. Ya da inanın ben çocuklarımızın her şeyi çok güzel yaptığına eminim. Size de helal olsun müthişsiniz zaten ondan size verdik ama, bana göstermeyin!” diye yazmak geliyor içimden. Bari onlar anlasa halimi. Nerdeee? Gidersin patron kızar, gitmezsin çocuğun ağlar. Ooof offf, çile bülbülüm çile! Okula da yazdım, şirkete de. Hatta hurriyet.com.tr de 13 Şubat 2008’de “Bu yazı çalışan annelerin yöneticilerine” diye yazdım. Rekor sayıda yorum geldi.

Trajikomik öneriler getirdim çalışan anneler için kendimce. Hiçbiri olmadı, olamadı gitti. Bizden başka herkes hep haklı çünkü. Bugüne kadar kaç kere okul yollarında ağladım bilmiyorum. Kaç kere ofis tuvaletinde duvarlara yumruk salladım sayısını hatırlamıyorum.

O tuvaletten hep en işkadını halimle çıktım. Kimse anlamadı. Okula hep en güler yüzümle gittim, çocuklarım da halimi asla çakmadı. Yazılarımı da aksatmadım. Her gece, her gece yazdım. Ama bir gün öyle bir bittim ki, ben depresyona girip kafayı sıyırınca anlayan anladı. Anladı da ne oldu? Hiç. Baktım öyle de olmuyor, mübarek iş de okuldaki gösteri de devam ediyor, mecburen depresyondan da kendi kendime çıktım. Bir daha o hale gelmek yok diye tövbe ettim. Kendimi koşmalara verdim. Şimdi çocuklarıma açıkça gelemiyorum diyorum veya şirkete ishal oldum diye yalan söylüyorum, birkaç saatliğine. Valla benim suçum değil, sistem beni yalancı yaptı!

Çalışan anne olmak zor. Kocan dünyanın en İsveç-Norveç-Danimarka karışımlı adamı olsa da zor. O yüzden geçtiğimiz perşembe İtalyan kadın vekili Licia Ronzulli’yi bebeğiyle Avrupa Parlamentosu’nda otururken gördüm ya, “Yürü be kadın! Kim tutar seni!”dedim. Her şey bir kadınla başlıyor, her şey. Güçlüyüz biz. herkesten de güçlü hem de. Yapamayacağımız şey yok bu hayatta. Altından kalkamayacağımız güçlük yok. Kendimi acayip iyi hissettim.

Yonca
“Köle Yoncaura”

Yorum yok

Yorum Yazın